19 Ekim 2012 Cuma

Şimdi Ne Yapıyorlar? – Teknik Direktörler

Daha önce yabancı futbolcuları sıralamıştık. Şimdi de Trabzonspor’u çalıştıran 10 yabancı teknik direktörün bugün nerelerde, ne yaptığını araştırdım. Sadede geçmeden önce daha önceki serideki bir eksiğimi tamamlamak isterim. Trabzonspor'un ilk yabancısının Jürgen Groh olduğunu yazmıştım ancak ben birinci ligdeki dönemine ait bilgiyi vermişim. Oysaki 1970-71 yılında Trabzonspor'un ilk yabancı oyuncusu Romen Koska imiş. Kendisiyle ilgili başka bir bilgiye ulaşamadım maalesef...

Şimdi teknik direktörlere geçiyorum... Buyurun...


Jürgen Sundermann (1985-86) – Trabzonspor’un ilk yabancı teknik direktörü olan Alman Sundermann, Schalke 04, Stuttgart gibi takımları çalıştırdıktan sonra Türkiye’ye geldi. Bir sene sonunda ayrılan Sundermann, bir yıl aradan sonra bu kez Malatyaspor’un başına geçti. Malatyaspor'dayken tesislerdeki temizlik koşullarından epey dert yanan Sundermann, örnek olarak da yemekten kurt çıkışını gösteriyordu! 1999 yılına kadar teknik direktörlüğü sürdüren 1940 doğumlu hoca, en son Avusturya’nın Vorvarts Steyr takımında emekli oldu. O günden beri de Stuttgart’ta yaşıyor ve kurucusu olduğu futbol eğitim merkezi “FAZ Jürgen Sundermann”ın yöneticiliğini yapıyor. 

Werner Biskup (1987-88) – İkinci yabancı teknik direktör de yine bir Alman’dı. Trabzonspor’da aldığı kötü sonuçlar üzerine bir de o dönemki iddiaya göre “alkol bağımlılığı” eklenince sezonu tamamlayamadan takımdan ayrıldı, yerine Şenol Güneş getirildi. Haksızlığa uğradığını iddia ederek ağlaya sızlaya gitmiş hem de Biskup... Trabzonspor’dan sonra ülkesine dönen Biskup, yaşı 70 olmasına karşın antrenörlüğe devam ediyor. Almanya bölgesel liginde mücadele eden SC Sternbusch 83 takımında antrenörlük yapan Biskup, emekli olmaya pek niyetli görünmüyor. 

Urbain Braems (1989-90 * 1991-92) – Trabzonspor’u iki dönem çalıştıran Belçikalı teknik adam Braems, bordo mavili takımın başındaki son görevinin ardından teknik direktörlüğe devam etmedi. Trabzonspor’a da Jean Marie Pfaff’ın aracılığıyla gelmişti. O. Lyon’a iki maçta da 4 gol atıp eleyen takımın hocasıydı. Futbolcularla ilgili “Şimdi Ne Yapıyorlar” serisinde de paylaştığım bir anıya göre, Lyon maçından önce hocaya “En çok hangi futbolcudan çekiniyorsunuz?” diye sorulmuş, rivayet odur ki Braems hoca da kendi kalecisi olan Petranovic’in adını söylemiş yanıt olarak. Trabzonsporluların iyi duygularla andığı, başarılı bir teknik adamdı. Sonraları Trabzon’a ara ara gelip gitti. 2006'de Brüksel'de EYOF 2011'e talip 5 ülkenin yarışı sırasında Türkiye'nin Trabzon ile oyunları alması için görüşme ve çalışmalar yaparak etkili olan Urbain Breams, şimdilerde emekliliğini yaşıyor olmalı. 

Georges Leekens (1992-93) – Braems’le başlayan Belçikalı hoca ekolünü sürdüren adam Leekens, Trabzonspor’dan sonra birçok takım çalıştırdı. En son geçen yıl Belçika milli takımını bırakarak Club Brugge’ün başına geçti. Hali hazırda takımı Belçika liginin birinci sırasında… 

Gordon Milne (1998-99) – Leekens’ten sonra 4 yıl Şenol Güneş’in çalıştırdığı ve malum 1996 olayının da yaşandığı dönemin ardından Yılmaz Vural, Özkan Sümer ve Ali Kemal Denizci denendi hoca olarak. Olmayınca bir İngilize başvurdu Trabzonspor. Daha önce uzun yıllar Beşiktaş’ı, bir sene de Bursaspor’u çalıştıran Gordon Milne’e… Trabzonspor’u çalıştırdığı sezon dördüncü olabilen Milne, bir sonraki sezonun başında gönderildi. Teknik direktörlük görevine Trabzonspor’dan sonra devam etmeyen Milne, 5 sene kadar Newcastle United’da sportif direktörlük yaptı. Son olarak Beşiktaş’ta kısa bir süre sportif direktör ve altyapı koordinatörü olarak çalışsa da fazla tutunamadı. En son bu yıl içinde düzenlenen Futbol Prensi yarışmasında jürilik yapmıştı Milne. 

Jürgen Wähling (1999-2000) – Trabzonspor’a “Bordo mavili yönetim büyük bir sürpriz yaparak, Danimarkalı ünlü teknik direktör Jürgen Waehling ile anlaştı” haberleriyle gelen Wahling aslında Alman’dı. O da kariyerinin son dönemlerinde Türkiye’yi tercih etmiş, Breams ve Milne gibi kariyerini de Trabzonspor’da bitirmişti… Wahling, Trabzonspor’dan sonra 2002 yılına kadar Hamburg için scoutluk yapmaya devam etmiş. 2002’den sonra ise menajerlikle hayatına devam etmiş. Şu anda 71 yaşında. Bırakmıştır herhalde… 

Hans-Peter Briegel (2001-02) – Wahling’den sonra Giray Bulak ve Sadi Tekelioğlu’nu deneyen Trabzonspor, Briegel’le birlikte dördüncü Alman teknik direktöre görevi teslim ediyordu. Briegel, zamanında (1982-83) UEFA Kupası’nda Kaiserslautern’de oynarken Trabzonspor’a da iki güzel gol atmıştı. 

Briegel
Briegel’in teknik direktörlük kariyerinde Beşiktaş ve Ankaragücü de var bildiğiniz gibi. Ankaragücü’nde dört ay kalıp sonrasında ayrılırken kariyerini de ardında bırakıyordu aslında. Briegel, 2002-2003 arasında Kaiserslautern’de yöneticilik yaptı. Briegel ailesi son yıllarını tamamen hayır işlerine adamış görünüyor. 2008 yılında “Die Sternsinger” ve “Egidius-Braun-Stiftung” çocuklara yardım dernekleriyle birlikte Meksika’ya seyahat gerçekleştiren ve buradaki çocukların koşullarından çok etkilenen Brigel ailesi, o dönemden bu yana oradaki çocukların tüm ihtiyaçlarını karşılayacak bir projenin başını çekiyor. Alman teknik adam, http://www.hans-peter-briegel.de sitesinde hem futbol yorumlarını paylaşıyor (iddia tahminleri bile var) hem de çeşitli yardım projeleri için duyurularda bulunuyor. Özellikle yardım konularındaki mesajlarını biraz okuyunca, büyük saygımı kazandı Briegel… Yolu açık olsun! 

Vahid Halilhodžić (2005-06) – Çok doğrucu adamdı… Yakın zaman olduğu için çok bir şey yazmaya gerek yok ama bunu söylemeden edemedim, harbiden doğrucu adamdı. Şu anda Cezayir milli takımını çalıştırıyor. Başarılı da… En son birkaç gün önce Afrika Uluslar Kupası finallerini garantiledi takımıyla birlikte. Tebrikler Vahid hocaya…

Sebastião Lazaroni (2006-07) – Trabzon’a getirildiğinde Taka gazetesi “Laz lakaplı Aroni” diye başlık atmıştı Brezilyalı teknik adam için. 4 haftada bileti kesildi. En son takımı forvetsiz oynattıktan sonra beşinci hafta itibariyle işine son verilmişti. Trabzonspor’dan sonra Katar’a gitti. Hali hazırda Qatar Sports Club takımını çalıştırıyor. 

Al Jazeera stadındaki fotoda TS tişörtüyle Broos...
Hugo Broos (2009-10) – Alanzinho’nun baş belası Broos, Trabzonspor’da yarım sezona yakın kaldıktan sonra ülkesi Belçika’ya döndü. Bir yıl kadar Zulte Waregem takımını çalıştırdıktan sonra, geçen yıl Al Jazeera kulübünde Francky Vercauteren’in yardımcılığını yaptı. 2012’nin Mart ayında Vercauteren’le birlikte kovuldu. Şimdi ikisi de işsiz… Broos, Belçika basınının sıklıkla başvurduğu bir yorumcu durumunda şu sıralar…

Bildiğiniz gibi Broos sonrası Trabzonspor yine Şenol Güneş'e emanet edildi.


İlginç bir ayrıntı: dört kere takımın başına gelen Şenol Güneş, bunların üçünde hep kovulan yabancı teknik direktörlerin ardından göreve başlamış...

İkinci ayrıntıyı yukarıda da yazmıştık; Trabzonspor, kendisini çalıştıran 3 yabancı teknik adamın kariyerindeki son takım olmuş:  Breams, Milne, Wahling.



Şimdi Ne Yapıyorlar Futbolcular I

http://majurani.blogspot.com/2012/09/simdi-ne-yapyorlar-i.html

Şimdi Ne Yapıyorlar Futbolcular II

http://majurani.blogspot.com/2012/09/simdi-ne-yapyorlar-ii.html

Şimdi Ne Yapıyorlar Futbolcular III

http://majurani.blogspot.com/2012/10/simdi-ne-yapyorlar-iii.html

7 Ekim 2012 Pazar

Günlükçe...

http://fizy.com/#s/16murd

25 gün içinde evden iki defa çıktım. İlkinde arabayla hastaneye. İkincisi ise bugün, tek başıma, elimde bastonum, sargılı ayağımı sürüye sürüye...

Hayatımda ilk defa bu kadar uzun süre dış dünyadan koptum. Bir defa olmak üzere 4 sene önce ortalıkta gezinen garip bir virüs nedeniyle feci bir şekilde hastalanıp 5 gün boyunca yataktan çıkamamış, 6 gün boyunca da evden dışarı adım atamamıştım. O dönem finallerim vardı ve ben tam 5 sınavımı kaçırmıştım. Can sıkıcıydı. Hastalık tam bir dert zinciri, sürekli bir şeyleri tetikliyor ve hayatınızı daha zor kılmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Nitekim o sene bütünlemelerin de sadece üçüne girebilmiş, bunlardan ikisini verebilmiş, son senemde biri belalı Almanca olmak üzere alttan aldığım üç ders ve dönem derslerimle birlikte stresten strese gark olmuştum. Almancam çok kötüydü, itiraf ediyorum. Ama hoca beni sever ve idare ederdi. Ancak alttan aldığım dersin hocası Deutschland'ın (doğru mu yazdım acaba) s'si unutulmuş diye koca soruya sıfır verecek nitelikte bir hatundu sağolsun. Vizesine girmemiş, finalindense 19 almıştım. Öğrencilik tarihimin en düşük notu. Bütünleme ile final arasındaki 10 günde, hayatımda hiç olmadığı kadar düzenli ve yoğun ders çalıştım. Abartmıyorum; ne ÖSS ne de YDS için böyle sistemli bir çalışmam olmamıştı. Okulu uzatırım korkusuyla 10 günde dili çözdüm resmen. Ama o kadar emek yine de 70'in üzerine çıkamamıştı. Olduğu kadar...

Nereden nereye geldim. Demem o ki, önemsiz bir hastalık, aradan geçen koca bir seneden sonra bile hayatınızı zehir edebiliyor.

Bu zehirli dönemlerden birinin içindeyim işte bu haftalarda. 37 gün kadar önce yağmurlu bir İstanbul akşamında kaldırıma adım atarken kayarak ayağımı sert biçimde boşluğa savurup yere basmam bana neredeyse 60 güne mal olacak totalde. Lanet olası converselerin ıslak zeminde çektiği patinaj, hayatımın 60 sağlıklı gününü çaldı demek oluyor bu yani. Şaka değil, 2 ay.

Küçümsememek lazımmış ağrıları. 22 gün kadar sonra 24 yaşına gireceğim, hastaneye gitmelerim iki elin parmağını geçmez. Alışkın değilim bu işlere yani. Çok önemsemem de. Hastaneye gidip 2 günde kurtulacağıma, 4-5 gün kendi kendime iyileşmeyi bekleyen tiplerdenim yani. Zaten o hastanelerin verdiği psikolojik acıdansa, fiziksel acıyı tercih etmişimdir hep. Fakat bu kez pek hayırlı sonuçlar doğurmadı bu tavrım. 5 gün kadar sadece incittiğimi düşündüğüm ağrılı ayağımın üzerine yürüyüp, o gün şişkinliği görerek hastaneye gittim. MR gerektiği için iki gün sonrasına randevu alındı, MR sonucu haftasonuna denk gelince 3 gün de öyle attı. Derken toplamda 10 güne vardık, hala bir tedavi yoktu. Sakatlığın 11. günü hastaneye gitmem gerekirken, babamın karakoluna bombalı saldırı gerçekleşti. Hop, birkaç gün daha attık. 12 ya da 13 gün sonra ayağım alçıya alındı. Stress kırığıymış. Şiddetli. 10 günlük yürüyüşle beraber daha da kötü bir hale gelen stress kırığı. Stresten olmuyormuş, sordum, gülmediler bile. Neyse.

Aslında çok sık rastlanan bir ayak rahatsızlığı, bende tam bir çileye dönüştü. Ahir ömrümün ilk alçılı günleri başladı ayın 13'ünde. Uyku düzeni diye bir şey kalmadı tabii. Uyumak ne mümkün zira. Sere serpe diye tabir ettiğimiz modelin dışında uykusu tutmayan bir tip olduğumdan sabahlamalarım başladı. Uyumak isteyerek değil, neredeyse bayılarak uykuya dalabiliyordum. Konsantre bir şekilde çalışamıyor, zamanımı doğru değerlendiremiyor, bunu beceremediğim için sinirlerime de hakim olamıyordum.

Annelerin hakkı ödenmez. 3 hafta boyunca yediğim önümde, yemediğim arkamda oldu tam anlamıyla. Emir vermekten nefret eden, her işini kendi görmek isteyen bir yapıda olduğum için kendi çabamla bir şeyler yapmaya çalıştığım dönemlerde de bu kez sürekli üzerine yüklendiğim sağ ayağımda ağrılarım başladı. Ne güzel sürpriz. Baktım olacak gibi değil, tekerlekli bilgisayar sandalyesini ulaşım aracım olarak kullanmaya başladım. İşlevsel. Fakat halıları kaldırmanız lazım. Tekerlekleri takılıyor. Tavsiyem olsun.

Günler günleri kovaladı. Biraz zaman sonra alıştım haliyle. Bu sırada Friends'ten 6 sezon bitirdim. Sadece iki buçuk kitap okuyabildim. Birkaç blog araştırması falan derken zamanı öldürdüm gitti. Alçım, üçüncü haftasına girmeden çıkarıldı. 18 günde. Evet, artık kurtulmuştum. Muydum?

Uzun süren sakatlıklardan sonra futbolculara hiçbir şey söylemem artık.Tam anlamıyla kemik ve deriden oluşan bir bacakla karşılaştım alçı çıkınca. Dizimden aşağısı sadece görüntü olarak vardı. 18 gün içinde kasların bu kadar erimiş ya da güçsüz düşmüş olması şaşırtıcı doğrusu. Neyse yavaş yavaş toparlarız dedik, hafif hafif basmaya başladık üzerine.

Lale devri sadece 3 gün sürdü. 4. günde parmak kısmımda başlayıp iki gün içinde tüm ayağıma yayılan şiddetli ağrıyla birlikte anladım ki bu iş henüz bitmemiş. Bugün itibariyle de tedavimin eksik kaldığını ve en az iki hafta daha yeniden alçıya girmem gerektiğini öğrendim. İşin doğrusu, başta kabul etmek istemedim. Aynı ayağın ikinci defa alçıya alınacak olması fikri biraz da ürküttü doğrusu. Başka bir doktorun bakmasını istediğim için alçı işini bir gün ertelettim, derken sağolsun twitter'dan Emre hoca yardımcı oldu ve uzman başka bir doktorun daha görüşünü aldım. Sonuç kaçınılmazdı: Yeniden alçı. Tam iyileştim derken yeniden eve kapanacak olma hissi korkunç. Düşünüyorum da, bu kadar basit sayılabilecek bir iş bile bu kadar insanın canını sıkar, moralini bozarken, Allah korusun, ciddi bir hastalıkla karşı karşıya olsa insan, ne yapar... Allah herkese şifa versin. Çok zor olmalı.

Velhasıl, yarın itibariyle, artık benim için hasta odası haline gelen çatı katına taşınacağım yeniden.İki-iki buçuk hafta kadar alçı, sonrasında fizik tedavi. Bu süre zarfında işten uzak, sokaklardan uzak, sosyal hayattan uzak olacağım yine. Deli gibi bağırmak istiyor canım. Sıkıldım. Çok sıkıldım.

Ofisim, arkadaşlarım, hatta otobüs yolculuklarım bile burnumda tüter oldu. Yoruldum.

İşte bugün, 25 gün üstüne ilk defa tek başıma evden çıktım. En az bir 15 gün daha bunu yapamayacağımı bildiğimden 5 dakikalık mesafeyi 15 dakikada gidip gelsem de çıktım. Elimde bastonumla. Marketten birkaç ihtiyacımı almak istiyordum. Marketin kapısında, elinde bir tartıyla oturan 6-7 yaşlarında bir çocuk gördüm. Çok sevimliydi. Hüzünlüydü. "Tartayım mı abla?" deyince, "Nasıl çıkayım o tartıya güzelim bastonla" dedim, güldüm. Gülmedi. Tam anlamamıştı muhtemelen. Marketten içeri adım attım, o anda pişman oldum. Neyse dedim, şuradan bir çikolata bir şey alayım, para versem nereye gideceği meçhul... 4-5 dakika kadar kaldım içeride, onun çikolatasını da alarak dışarı çıktım. Gitmişti. Bir süre bakındım ancak yakınlarda değildi. Evet, gitmişti... Hüzünlü bakışları kaldı aklımda. Saatlerdir de gitmiyor gözümün önünden. Aklım o ufaklıkta. Bu saçma dönem mi fazla duygusallaştırdı diyeceğim ancak yok. Biliyorum kendimi. Küçük bir bakış üzerinden kafamda yazdığım kederli hikayelere inanıp, kendimi bunun kahrıyla baş etmeye zorlayan saçma sapan bir insanım. Hep böyle biriydim... Ona aldığım çikolatayı kendim yiyeyim dedim, beceremedim. Şu an o ufaklığı düşündükçe ağlamamak için kendimi zor tutuyorum diyeyim, siz anlayın. Kendi hayatım, kendi sıkıntılarım, kendi üzüntülerim, sevdiklerimin dertleri, hüzünleri yetmezmiş gibi hiç tanımadığım, öyküsünü bilmediğim insanların, gerçekliğinden hiç de emin olmadığım, zira kendi uydurduğum serüvenleri sıkıyor içimi ıstırapla. Eziliyorum. İşin kötüsü, çok unutkan bir insan olmama karşın, bu sahneler hiç silinmiyor zihnimden. 1999 Adapazarı depreminde annesini ve iki kardeşini kaybetmiş ufak bir çocuğun enkazdan çıkarılış anı hala gitmez gözümün önünden mesela. Onun hikayesini biliyordum da hem... 11 yaşındaydım o zaman. Muhtemelen benden 2-3 yaş küçüktü o çocuk da. 13 sene geçmiş. Şimdi koca delikanlıdır. Adı neydi hiç hatırlamıyorum. Ama 13 yıldır hala onun için de üzülüyorum... 13 yıldır bugünkü tartıcı çocuk gibi karşılaştığım her hüzünlü çocuk gözlerinde onu görüyorum... Belki çocukça bir paylaşımdı benimkisi. Ben, ailem, komşularım, herkes sapasağlamken o çok şeyini kaybetmişti. Uzaktan uzağa onun acısını paylaşmakla yükümlü hissettim kendimi belki de, bilmiyorum... Ama çok iyi hatırladığım bir şey var ki, sadece bir kere gördüğüm o enkazdan çıkarılma sahnesini dahi tamamlayamadan odama kaçarak, belki saatlerce sessiz sessiz ağlamıştım. Sorsalar niye ağlıyorsun, anlatamazdım. 11 yaşındaydım. Ağlamak ayıp gelirdi. Gizlerdim. Umarım o çocuk da şimdi hayatını, düzenini kurmuş, mümkün olduğunca mutlu yaşıyordur... Benim dualarımın her daim bir parçası oldu, olacak...

Dağıttım ve dağıldım.
Buradan sonra toparlayamam da.
Günlük yazmayı bırakalı çok olmuştu. Öyle içimi döktüm sayın.
Sağlığınıza dikkat edin.

3 Ekim 2012 Çarşamba

1979-80... Yılın Sporcusu...

Arayı açtık. Devam edelim.

En son 1977-78 sezonunda Trabzonspor'un Boldklubben 1903'e elenmesini ve Pele'nin futbola vedasını yazmıştık. Akabinde bir sene Trabzonspor'un Avrupa'ya ara vermesini fırsat bilip, aynı dönemde takıma veda eden Ali Kemal Denizci'nin ayrılığını anlatmıştık. Şimdi yeniden Avrupa sahnesine döneceğiz ve ne yazık ki bir başka erken elemeyi hatırlayacağız. 

Trabzonspor yaşadığı mali krizin ardından lige önemli futbolcularını satmış olarak başlar; sezon 1978-79. Bordo mavililer o seneyi de beklentilerin aksine şampiyonlukla tamamlamayı başarır. 42 puanla, Galatasaray'ın bir puan önünde şampiyonluk kupasını kaldıran Trabzonspor, Şampiyon Kulüpler Kupası'nda mücadele etme hakkını kazanmıştır yine. Bu kez rakip, bir Hırvat ekibidir: Hajduk Split...


Eski Yugoslavya döneminde 1970'lerde adeta altın çağını yaşayan Hajduk Split, Trabzonspor için dişli bir rakiptir. 1979-80 sezonunun Trabzonspor adına ilk Avrupa maçı 19 Eylül 1979 tarihinde rakip sahada oynanır. Ahmet Suat Özyazıcı yönetimindeki Trabzonspor sahadan 1-0 yenik ayrılır... Şenol Güneş, kaledeki başarılı performansıyla farkın açılmasını engellemiştir...

Ne yazık ki ikinci maç da bundan farksız olacaktır. Trabzonspor kendi evinde Hırvat rakibine yine aynı skorla, 1-0 mağlup olmaktan kurtulamaz. 3 Ekim 1979'da oynanan maç, Trabzonspor için bu sezonun da son Avrupa maçı olarak tarihe geçer. 






Turdan akıllarda kalan tek şey kaleci Şenol'un başarılı kurtarışlarıdır.  

Gelgelelim Trabzonspor'un Avrupa vedasına karşın lig şampiyonluğundan vazgeçme niyeti yoktur. 

1979-1980 sezonunda bordo mavililer bir ilke daha imza atar (olumlu-olumsuz değerlendirmesi sizin) ve ligin en az puanla şampiyon olan takımı ünvanını elde eder. Sezonu 12 galibiyet, 15 beraberlik ve 3 mağlubiyetle kapatan Trabzonspor, iki puanlı sistemde 39 puan elde ederek ligi Fenerbahçe'nin önünde birinci tamamlar. Trabzonspor bu rekorunu bir sonraki sezon tekrar edecektir... 

Trabzonspor o sezon, 16 takımlı ligde oynanan 30 maçın tam 10'unu 0-0 tamamlamıştır. Maçların sadece 9'unda iki ve üstü gol olmuştur. Sezonun en bol gollü ve en farklı galibiyetinin geldiği maç Orduspor'la oynanan 4-0'lık maçtır. - Bu kısım arşivci iddaa severler içindi :))

O yıla ait çok enteresan başka ayrıntılar da var. Onlardan da bahsetmezsek olmaz. 



Şenol Güneş, 1 Ocak 1980'de, Milliyet'in okurları arasında düzenlediği Yılın Sporcu anketinde birinciliği göğüslemiştir. Aynı yıl anketin 5. sırasında Fatih Terim, 9. sırasında ise Mustafa Denizli vardır. 



Trabzonspor sezonun ikinci yarısına yenilgisiz başlamaktadır. Avrupa'da bunu başaran sadece bir takım daha vardır: Real Sociedad. 



Trabzonspor rakiplerini geride bırakarak şampiyonluğa doğru emin adımlarla ilerliyordur. Bu durum, karikatürlere de yansır haliyle.






O sezon, ortada normal olmayan bir şeyler vardır çoğuna göre. Zira Galatasaray ve Beşiktaş küme düşme hattına çok yaklaşmıştır ve son haftalarda aldıkları sonuçlarla "rahat" nefes alarak sezonu kurtarırlar. Aynı sezon sonunda Ali Kemal Denizci de başarılı olamadığı Fenerbahçe'den ayrılıyordur. O dönem muhabir olan Şansal Büyüka'nın aktardığı haberdeki sözleri ise dikkat çekicidir efsanenin: "Buram buram futbol kokan Trabzon'dan sanki bir çiftliğe düştüm. Kendime bakamadım, başarılı olamadım."  

Velhasıl, Trabzonspor şampiyon olur. Diğer "büyükler" ise kümede kalmanın huzurunu yaşıyordur. 

26 Mayıs 1980, Milliyet


Trabzonspor başkanı Şamil Ekinci, şampiyonluğun ardından yazdığı yazıda "Trabzonspor bir Anadolu takımı olmakla kıvanç duyuyor" der. 

O yıl, Şenol Güneş'in ilginç bir anısı yansımış gazetelere. Paylaşmazsam olmaz. Hangi şartlarda  başarılar gelmiş görmeniz için... Soldaki resimde hocanın ağzından yaşadığı olayı okuyun muhakkak. 




Aynı yıl 18 Mayıs'ta federasyonun yaptığı bir duyuruyla, yabancı oyuncu transferi yeniden serbest bırakılır. Transfer edilecek futbolcunun 26 yaşından küçük olması şarttır. eğer transfer edilecek oyuncunun takımı liginde ilk beş arasında yer alıyorsa yaş haddi 28 olacaktır. Federasyon, Türk asıllı futbolculara da transferde kolaylık sağlanacağını duyurur. İstanbul ekiplerinin başarısızlığı mıydı bu acil yabancı transfer serbestisi kararı bilinmez ama biz yine de notumuzu düşmüş olalım.

Neyse efendim, Trabzonspor işte bu garip sezonu da şampiyon tamamlayarak bir sonraki yıl tarih yazmak, yani üç yıl üst üste şampiyonluk yaşamak için kollarını sıvamıştır çoktan. Avrupa serüveni pek parlak ilerlemiyor görünse de, Trabzonspor'unki, "şerefli elemeler" olmaya devam etmektedir.

Bir sonraki yazıda, 1980-81 sezonuna dair Avrupa ve lig macerasını anlatacağız Trabzonspor'un.

Son söz, 29 Eylül 1977 günü Fenerbahçe'yi eledikten sonra konuşan Aston Villa menajeri Ron Saunders'in olsun:

“Duşlarından sıcak yerine soğuk su akan Türkiye’de futbolun ilerleyeceğine inanmıyorum”

***

Şu ana kadar Trabzonspor'un Avrupa performansı şöyle:


1976-77 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası 

1. Tur: 

15 Eylül 1976 - Akranes 1-3 Trabzonspor | Goller: Necmi Perekli, Ali Kemal (2)
29 Eylül 1976 - Trabzonspor 3-2 Akranes | Goller: Hüseyin Tok (2), Engin Çınar 


2. Tur: 

20 Ekim 1976 - Trabzonspor 1-0 Liverpool | Gol: Cemil Usta 
3 Kasım 1976 - Liverpool 3-0 Trabzonspor


1977-1978 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası

1. Tur: 

14 Eylül 1977- Trabzonspor 0-0 Boldklubben 1903
29 Eylül 1977 - Boldklubben 1903 2-0 Trabzonspor

Trabzonspor ve Pele: http://majurani.blogspot.com/2012/09/1977-trabzonspor-ve-pele.html

1979-1980 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası


1. Tur


19 Eylül 1979 - Hajduk Split 1-0 Trabzonspor

3 Ekim 1979 - Trabzonspor 0-1 Hajduk Split 

1 Ekim 2012 Pazartesi

Şimdi Ne Yapıyorlar? - III -


Eski yabancı futbolcularımızın bizden sonra ne yiyip içtiğini, şimdi nerede ne yaptığını derlediğimiz serinin sonuncusuna geldik. Bunlarla birlikte 79 futbolcu oluyor. Geri kalanları da zaten hali hazırda Trabzonspor'da oynamakta. Bence güzel bir seriydi. Umarım sizin için de eğlenceli olmuştur.

Linkler:

Şimdi Ne Yapıyorlar? - I -
Şimdi Ne Yapıyorlar? - II - 

Buyurun... 

Michael Petkovic (2002-05) – Çok garip goller yediği de olurdu ancak önünde oynayan Erdinç’le Tolga Seyhan’ın, Erdinç’le Tolga Seyhan olduğu zamanlar, kalesini gole kapatmış bir oyuncuydu. 2004-2005 sezonunda ilk yarıda sadece 9 gol yiyerek Avrupa’nın en az gol yiyen kalecileri arasına girmişti. Aynı sezon Fatih Tekke gol kralı olmuş, Cem Papila şampiyonluğu çalmıştı. Petkovic bizden sonra Sivas’ta oynadı uzun süre biliyorsunuz. Sivas’tan ülkesi Avustralya’nın Melbourne Victory takımına döndü ancak bir sezon sonra futbol kariyerine son noktayı koydu.

Karel D’Haene (2003-05) – Çok yakın dönem olmasına rağmen ilginç bir şekilde benim zihnimden neredeyse tamamen silinmiş bir Belçikalı. Trabzon’dan Manisa’ya, oradan da ülkesine dönmüş. Şimdilerde birinci lig takımlarından  S.V. Zulte Waregem’de oynamaya devam ediyor.  

Bernd Thijs (2004-05) – Belçika efsanelerinden biri daha... Yarım sezon ancak durabildi takımda, Fatih Tekke’ye abi demediği için tokat yediği iddiası vardı. Devre arasında Mönchengladbach’a gönderilmişti. 2007’den beri de Belçika’da Gent takımında oynuyor, hem de kaptan. Emekliliği geldi artık, yaş 34.

Tomáš Jun (2005-2008) – Bir başka Mithat Halis bombası. 2005-06 sezonu başında 5 yıllık imza atmış, yarım sezon başarısız olmasına karşın önce Beşiktaş’a, oradan Sparta Prag’a, oradan Teplice’ye kiralanmıştı. En son yine aynı takıma satıldı. Şimdi Austria Wien takımında oynuyor. Hatta son maçında bir de gol atmış.

Jefferson de Oliveira Galvão (2005-2008) – Brezilya’dan transfer edildiğinde nerdeyse eski takımının başkanının istifasına sebep olacaktı. Taraftarlar büyük tepki göstermişti satılmasına. Çok gençti Trabzon’a geldiğinde. Beklendiği gibi bir performans gösteremedi ne yazık ki. Yıllar sonra verdiği bir röportajda, eşiyle birlikte kente geldiklerinde bir türlü buraya alışamadıklarını, bazen birlikte ağladıklarını vs. söylemişti. Epey zor olmuş yani o genç yaşta yaptığı bu kıtalararası transfer. Trabzonspor’dan sonra bir yıl Konya’da oynamış arkasından eski takımı Botafago’ya dönmüştü. 2009’dan beri burada oynuyor…

Fabiano Eller (2005-07) – Futbolculuğunun Trabzonspor sonrası dönemi başarılı. Kiralık gittiği Internacional’de mevkisinin en iyisi seçilmiş. Sonra transfer olduğu Atletico Madrid’de de nispeten başarılı bir sezon geçirdikten sonra ülkesine dönmüş. 2006 ve 2010’da Internacional’le Libertadores kupasını kaldırmış. Mısır macerasından sonra en son Brezilya’nın dördüncü ligi kabul edilen garip isimli ligde oynayan Grêmio Esportivo Brasil takımına transfer olmuş. Hala burada görünüyor…

Mirosław Szymkowiak (2005-07) – Trabzonsporluların kalbinde bambaşka bir yeri olan Polonyalı. Üstüne ne kadarının doğru olduğunu bilemediğimiz bir ton dedikodu üretilen “ailevi” sebepler nedeniyle Trabzonspor’daki ikinci senesinde içine kapanmaya başlamış ve devre arasında da futbolu bıraktığını açıklamıştı. Olayı ise biliyorsunuz; eşinin kendisini o dönem Trabzonspor'da oynayan Fatih Akyel'le aldattığını öğrenip bunalıma girdiği ve bu nedenle futbolu ve her şeyi bırakıp gittiği söyleniyordu Szymek'in. Günahı boyunlarına. 

Reis şimdilerde Polonya’da bir televizyon kanalında yorumculuk ve muhabirlik yapıyor. 

Hala çok karizmatik, hala çok yakışıklı ve hala çok kötü giyiniyor. 

Marcelinho (2006-07) – Nuri Albayrak dönemi transferlerinden. Müthiş sansasyon yaratmıştı gelişi. Bundesliga’da beş yıl oynayıp 65 gol atan adamdan söz ediyoruz. Ziya Doğan dönemiydi. Çok acayip yerlerde oynamıştı garibim Marcelinho, sol bek falan. Nihayetinde yarı dönemde Wolsfburg’a gitti. Orada da olmadı ve Brezilya serüveni başladı yeniden. En son Brezilya üçüncü ligi takımlarından Paysandu Sport Club’e gitmiş. Ey gidi sarı kafa Marcelinho… Oysa ne çok heyecanlanmıştık.

Adrian Djokaj (2006-07) – Kariyerinde 15 takım var; bunların sadece üçünde iki sezon üst üste oynayabilmiş bir oyuncu Adrian. En son Karadağ’ın Mogren takımında oynamış, 2011’de de futbolu bırakmış.

Milan Stepanov (2006–07) – Ziya Doğan’ın bizzat kendi ağzından “beğenmiyorum” sözünü duyduğum Sırp stoper şimdilerde Mersin İdman Yurdu’nda bildiğiniz üzere. Taraftar onu, o da taraftarı çok sever nedendir bilinmez.

Kiki Musampa (2006–07) – Hollanda, İspanya, İngiltere tecrübesiyle Türkiye’ye geldi, Ajax görmüş, Manchester City görmüş, Atletico Madrid görmüş adam Türkiye'de Ziya Doğan’ın eline düştü. Yedek kulübesinin en sevimli gediklisi olan Musampa, 2010’da futbolu bıraktı. Şu anda Ajax’ın altyapısında antrenörlük stajı yapıyor.

Ayman Abdelaziz (2007–09) – Ziya Doğan’ın prensi. Hala Mısır’da Masr El Makasa takımında oynuyor.

Fredrik Risp (2007-08) – Gençlerbirliği’nden geldi. Sakatlıktı bilmem neydi derken, olmadı. Trabzonspor’dan sonra bir süre yine Ankara’da takıldı. En son Güney Kıbrıs takımı Ethnikos Achnas takımına transfer olmuş. Yaş 31.

Daouda Jabi (2007-08) – Fransa liginden Kayseri Erciyesspor’a, oradan da Albayrak zamanı Trabzonspor’a gelmişti. Sezon sonunda yollar ayrıldı. Jabi o zaman 27 yaşındaydı. Görünüşe bakılırsa erken emekli oldu zira Trabzonspor’dan sonra hiçbir hareketi görünmüyor. 

Sayed Moawad (2007-08) – Sezonun devre arasında kiralandı ancak beğenilmeyince geri gönderildi. Şu an halen Mısır’da Al-Ahly takımında forma giyiyor.

Christian Brüls (2008-10) – 2008-09 sezonu başında 19 yaşındayken transfer edilip özel anlaşmalı olduğumuz Maastricht kulübüne kiralandı. İki sene orada oynadıktan sonra Trabzonspor’da düşünülmedi; bir yıl Westerloo’da oynadıktan sonra Belçika’nın Gent takımına gitti o da. Thijs’le birlikte oynuyorlar. İki gün önce doğum gününü kutladı. Yaşı henüz 23. 

Isaac Promise (2008-10) – Ofsayt kuralını bilmeyen forvet. Bildiğiniz üzere Antalyaspor’da şu an.

Rigobert Song (2008-10) – Galatasaray’dan geldi, çok fazla sevildi. Bir ara saçını sarıya boyatmıştı da çoluğu çocuğu ekrandan uzak tutar olmuştuk görüp de yüreği hoplamasın diye. Öyle güzel adamdı. 

Song şimdilerde Kamerun milli takımının genel menajerliğini yapıyor. 

Tony Silva (2008-10) – Pek parlak bir kalecilik serüveni yoktu ancak efendiliğiyle hatırlayacağız Tony’yi. Tabii bir de Tolga ve Onur’un gelişimine katkısıyla. Evet, Tony Slyva’nın bu iki kalecimizin üzerinde olumlu etkileri olduğu konuşulur hala. Trabzonspor’dan ayrıldıktan sonra takım bulamayınca futbolu bıraktı sessiz sedasız. Bu yıl içerisinde de epey olaylı bir boşanma yaşamış.

Hrvoje Čale (2008-11) – Bedelsiz gittiği Wolfsburg takımında halen, ancak forma şansı bulamıyor.

Faty Papy (2009-10) – 16 yaşındayken Burundi’den transfer edildi. Epey konuşulmuştu scoutlar tarafından o dönem. Fakat beklenen olmadı. Bir süre Maastricht’te kiralık oynatıldı, sonra sözleşmesi feshedildi. Şu anda Ruanda’nın APR takımında oynuyor. Tercüman Halil’in söylediğine göre Türkçe’yi en çabuk öğrenen futbolcuydu aynı zamanda.

Razundara Tjikuzu (2009-10) – Bizden sonra Kasımpaşa’ya giden ve geçtiğimiz sezonun sonunda Türkiye’den ülkesine kesin dönüş yapan Tjikuzu, Namibya’nın United Africa Tigers Windhoek takımında futbola devam ediyor. Namibya Süper Ligi’nin de yeni başladığını not düşelim. Başarılar Cikuzu.



Drago Gabric (2009-11) – Hikayesini herkes çok iyi biliyor. Bir trafik kazası, ölümden dönüş, “futbol oynayamaz” raporuyla feshedilen bir sözleşme ve Hırvatistan’da futbola yeniden tutunuş. Çok istemesine rağmen Trabzonspor’da kalamayınca ülkesine dönmüş ve Hajduk Split’te futbola yeniden başlamıştı. Birkaç gol de attı. Bir sezon sonra bedelsiz olarak HNK Rijeka takımına gitti. Hala orda. Ara ara forma şansı buluyor.

Jaja (2010-11) – Bursaspor’la oynanacak Süper Kupa maçından birkaç saat önce maç otobüsünü beklerken telefonlara gelen mesajlarla öğrenmiştik transferini. Hakkında bildiğimiz tek şey Beşiktaş’a attığı müthiş goldü. Sonra öğrendik ki aslında bundan çok daha fazlası varmış Jaja'da. Trabzonspor’a gelen şüphesiz en yetenekli bir iki futbolcudan biriydi. Sezon sonu gitmek istedi, tutan olmadı. Al-Ahly’ye gitti. Geri dönmek istedi, bu sefer alan olmadı. Şimdi Internacional’de. Hala adı anılınca ortalık karışıyor. Taraftar unutamadı, unutabilecek gibi de durmuyor. Şampiyonlukta en büyük payı olanlardandı, ayağına sağlık Jaja reyiz.

Teofilo Gutierrez (2010-11) – Bu psikopat golcüyü unutan olmayacağı için özet geçiyorum. En son Racing Club’ta soyunma odasında takım arkadaşlarına paintball silahı doğrultunca kadro dışı kalmış, arkasından da satılmıştı. Şimdi eski takımı Atletico Junior’da yeni psikopatlıklar yapmayı bekliyor olsa gerek. Adam olsa büyük golcüydü. Nasip.

Arkadiusz Glowacki (2010-12) – Şampiyon kadronun buz adamı, eski takımı Wisla Krakow’da bildiğiniz gibi. Gittiğinde her zaman giydiği 6 numara başka bir oyuncudaymış. O transfer olunca formayı giyen oyuncu yanına gelip “Bu numaranın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum, o yüzden senin giymeni isterim” diyerek duygusal bir şekilde numarasını teslim etmiş. Glowacki “şimdiki gençler çok saygılı” diyordu en son. Bir de kendisini genç oyuncuların arasında dede gibi hissediyormuş. Benden söylemesi. Özledik.

Pawel – Piotr Brozek (2011-12) – İkinci ikizlerin akıbeti de malumunuz. Pawel şu an Recreativo Huelva’da oynuyor, kardeşi Piotr ise ülkesinde Lechia Gdańsk’ta. Az haberlerini yazmadım köftehorların. Başarılar.