30 Eylül 2012 Pazar

Şimdi Ne Yapıyorlar? - II -


"Şimdi Ne Yapıyorlar" serisine devam ediyoruz. İlki için: http://majurani.blogspot.com/2012/09/simdi-ne-yapyorlar-i.html

Trabzonspor'un eski yabancı futbolcularının şimdilerde nerelerde, en son ne yapmakta olduğunu derlemeye devam. İkinci 25 isme geçmeden önce ilk listede atladığım bir futbolcuyu tanıtmam lazım.

1997 yılında, Misse-Misse'den iki ay sonra Trabzonspor'a getirilen (MAY tarafından) Nijeryalı Victor Shaka'yı unutmuşuz. Rivayet odur ki Shaka basın mensuplarına tanıtılırken topu üç kere sektirmeyi bir türlü başaramamış. Zaten yarım sezon Trabzonspor'da kaldığı süre boyunca hiçbir maçta yer alamamış ve sadece antrenmanlara çıkmış. MAY'ın mucize transferlerinden denilebilir yani. Daha sonradan Kore liginde oynamış bir süre. En son 2003-2004 sezonunda Hong Kong'da Happy Valley AA diye bir takımda oynamış görünüyor.

Şimdi ikinci seriye geçebiliriz. Bu dönemde özellikle 2000li yılların başında yaptığımız hazin transferleri anacağız yeniden. Bu taraftar neler çekmiş hep beraber görelim.

Milosevski
Yuriy Kalitvintsev (1998-99) – Futbol kariyerinin son dönemlerinde bir sene Trabzonspor’da top koşturduktan sonra 2000 yılında Arsenal Kiev takımında futbol oynamayı bıraktı. Akabinde antrenörlüğe başlayan Kalitvintsev, geçtiğimiz Temmuz ayına kadar Ukrayna milli takımında yardımcı antrenörlük yapıyordu. Şu anda boşta. Ukrayna U19 takımını çalıştırırken 2009 Avrupa Şampiyonasını kazandığını belirtelim.

Petar Milosevski (1998-2001) – Spikerlerin ismini telaffuz etmekten büyük haz duydukları Makedonyalı kaleci “Miloşevski” Trabzonspor’dan sonra Malatyaspor ve Akçaabat Sebatspor’da da oynadı; son durağı Güney Kıbrıs takımlarından Enonis Neon Paralimni idi. İki ay önce 39 yaşında emekli oldu. O zaman da paylaşmıştım; Milosevski emekliliğinin ardından 1998 yılında Borussia Dortmund’a transferi gerçekleşmek üzereyken dizlerindeki sakatlıklar nedeniyle Alman ekibinin kapısından döndüğünü ve o dizlerle Trabzonspor’a transfer olduğunu açıklamıştı. Güzel kandırılmışız.

Rogerio Oliveira da Costa (1999-2000) – Trabzonspor’un ilk Brezilyalı oyuncusu. Maalesef acı bir hikayesi var. Trabzonspor’da yarım sezon oynadıktan sonra Vanspor’a kiralanmış ancak burada da fazla kalamayarak vatandaşlığına geçtiği Makedonya’ya dönmüş. Burada da işler istediği gibi gitmemiş. Anlatılanlara göre sakatlıklar yaşamış, daha sonrasında ise takımda kendine yer bulamaz olmuş. Alkol ve uyuşturucuya başlamış, mali durumu da hızla kötülemiş. Brezilya’daki ailesinin yanına dahi gidememiş. Arkadaşlarının organize ettiği bir salon futbolu maçında rahatsızlansa da üstünde durmamış. Maç sonrası barda içmeye devam etmiş. Ne yazık ki bir sabah arkadaşları tarafından ölü bulunmuş. Rogerio Oliviera da Costa, henüz 30 yaşındayken 21 Aralık 2006’da kalp krizinden hayatını kaybetmiş…

Emmanuel Tetteh (1999-2000) – Trabzonspor’da bekleneni veremeyen ancak akabinde Çaykur Rizespor’a giderek başarılı üç sezon geçiren Ganalı oyuncu, 2005 yılında Gana’nın Hearts of Oak takımında futbolu bıraktı. Doğrulanamasa da 2009 yılında kanserden hayatını kaybettiği bilgisi var maalesef…

Igor Sasa Nikolovski (1999-2001) – Trabzonspor’a Sakaryaspor’dan transfer edilip, takımın en kötü dönemlerinde forma giyen Makedon savunmacı. En son 2005 yılında, Belçika’nın Lierse takımında futbolu bıraktı. Nikolovski’nin MAY döneminde geciken ödemelerini almış gibi gösteren imzaları atarak Trabzonspor’u yeni bir FIFA davasından kurtardığı da biliniyor. Bu arada kendisiyle ilgili araştırma yaparken 2002 yılında vefat etmiş yine bir Makedonyalı defans oyuncusu Igor Nikolovski haberiyle karşılaştım. Hatta ölümünün onuncu yılı nedeniyle anma törenleri de düzenlenmiş adına. Bu tesadüf beni ilk anda çelişkiye düşürmüş olsa da, bizim bildiğimiz Nikolovski’nin 2005’e kadar Lierse’de oynadığı bilgisi kesin.


Žarko Serafimovski (2000-01) – Giray Bulak’ın Trabzonspor’a getirdiği, kendisiyle ilgili hatırlanan en garip şeyin, formsuzluğunu bir “böcek” ısırığına bağlaması olan oyuncu. Türk milli takımına karşı Nikolovski’yle birlikte Alpay’ın da hattrick yaptığı maçta birer gol atmışlığı var. O dönem Dünya Kupası elemeleri ve tahmin edeceğiniz gibi takımın başındaki isim de Şenol Güneş. Serafimovski en son Makedonya’nın Renova takımında oynamış, 2007’de futbolu bırakmış. Şimdilerde Makedonya’nın FK Skopje takımında teknik direktörlük yapıyor.

Todor Yançev (2000-01) – CSKA Sofya takımından kiralanan Bulgar oyuncu, geçtiğimiz sezonun sonuna kadar futbol oynamaya devam etmiş. Şimdi yine CSKA Sofya’da yardımcı antrenör olarak görev yapıyor.

Rune Lange (2000-01) – Şüphesiz ki hepiniz onu çok seviyorsunuz. Mithat Halis isminin Trabzonspor’da yavaş yavaş ağırlığını bulduğu 18 milyon marklık “dev” transfer. Trabzonspor’dan kaçarak giden, açtığı davayı kazanarak 5 milyon lira daha ödememize neden olan, Mehmet Ali Yılmaz döneminden kalma bir yük. Giray Bulak’ın aldığı adamlardan biri. Trabzonspor’dan sonra Club Brugge’de başarılı performans sergilemiş, son olarak iki sene önce Kvik Halden’de futbolu bırakmıştır. 
Şimdisini bilmiyorum ama muhtemelen Trabzonspor’un parasını yemekle meşguldür. 

Alexander Löbe (2000-01) – Trabzonspor macerası epey kısa süren Alman futbolcu, Trabzon’dan Malatya’ya geçmiş, buradan da Almanya bölgesel amatör liginde bir takıma gitmiş. 2007-2008 yılında futbolu bırakan Löbe’nin ilginç istatistikleri var. Bu zamana kadar Löbe oynadığı 14 takımın 9’uyla küme düşmüş! Löbe futbolculuğunu sürdürürken Essen’deki özel bir üniversitede de spor yöneticiliği okumaktaymış. Şimdilerde bilgisine ulaşamadığım bir şekilde kulüp yöneticiliği vs. yapıyor olabilir bir yerlerde.

Augistine James (2001-02) – Özkan Sümer’in meşhur 4 Brezilyalısıyla birlikte takıma kazandırdığı Nijeryalı forvet. Fazla kalamadan gönderilenlerden. Pasaportundaki sorun nedeniyle Nijerya’dan dışarı çıkamadığını iddia etmişti en son, ardından da yollar ayrıldı. Sonrasında adam tam anlamıyla sır olmuş.

Eduardo Suisso de Novaes (2001-02) – Marco Aurelio, Da Silva ve Jarro ile birlikte transfer edilen Brezilyalı. Mahşerin dört atlısı diye başlıkların atıldığı bu dörtlüden Eduardo yarım sezonda kaybolup gidenlerden. O da Agustine gibi sır olmuş.

Marcio Moreira Jarro (2001-02) – Trabzonspor’dan Elazığspor’a, oradan da kendi ülkesine, Brezilya’nın Olaria Atlético Clube takımına gitti. Kariyerini de burada tamamlamış.

Robson Da Silva (2001-02) – Da Silva’nın serüveni de Jarro ile hemen hemen aynı. Trabzonspor’dan Elazığ’a, Elazığ’dan Olaria Atletico Clube takımına. Da Silva iki transfer daha yapmış bundan sonra, son hareketi 2007’de. O da çok uzatmadan emekli olmuş…

Marco Aurelio (2001-03) – Serüvenini herkes iyi biliyor. Rio de Jenerio’da başlayıp Türkiye A Milli Takımı’na karar uzanan bir yolu var. Bizden sonra Fenerbahçe, sonra bir dönem Real Betis, son olarak da Beşiktaş’ta oynadı. Mayıs ayında Beşiktaş’la sözleşmesi de bitti. Şimdi boşta.
Eduardo,  Aurelio, Jarro, Da Silva - Mahşerin 4 Atlısı

Patrick Villars (2001-02) – Aynı dönemin fiyasko transferlerinden biri daha. Sadece 6 maçta sınırlı dakikada oynayabilmiş, arkasından Kore’ye transfer olmuştu. Ardından İsrail, Belçika ve Çin’de de oynadı. İnanılmaz ama gerçek. Son takımı ise KKTC takımı Küçük Kaymaklı Türk Spor Kulübü. Dünyayı gezdi, daha 25 yaşındayken futbolu bıraktı. İyi erken anlamış bari…

Santiago Salazar (2001-02) – Kimler gelmiş geçmiş o dönem, aman Allah. Salazar da bir tanesi… Trabzonspor tarihinin tek Perulusu. En son Peru liginde Sport Boys kulübünde oynuyor görünüyor. 37 yaşında ancak hala aynı takımda futbol oynamaya devam ediyor.

Hans Somers (2001-04) – Benim en sevdiğim, en sempatik bulduğum oyunculardan biriydi. Son yaşadığı sakatlıktan sonra Trabzonspor’la yolları ayrılmış, Hollanda’ya gitmişti. Uzun yıllar Utrecht’te forma giydikten sonra da en son 2009-2010 sezonu sonunda futbolu bıraktı.

Georgi Markov (2002-03) – Trabzonspor Levski Sofya’dan almış Lokomotif Sofya’ya satmıştı Bulgar savunmacıyı. Oradan sonra da çeşitli kulüplerde gezmiş, en son yine Lokomotif Sofya’da kariyerine son vermiş; yıl 2011. Şimdi ise aynı takımda yöneticilik yapıyor.

Alban Bushi (2001-03) – Kariyerinde ülkesi Arnavutluk dışında Bulgaristan ve bolca Yunanistan deneyimi olan oyuncu Türkiye’de de Trabzonspor dışında Adanaspor ve İstanbulspor’da oynadı. En son ilk takımı Tirana’da görünen Bushi, futbol kariyerini de burada, 2011’de bitirdi.

Lee Eul Yong, Oumar Dieng
Oumar Dieng (2002-03) – Trabzonspor’a gelmiş en komik oyunculardan biriydi. Pascal Nouma’nın kankasıydı. Samet Aybaba’nın bir Fenerbahçe maçında gördüğü kırmızı kart nedeniyle tekme tokat daldığı oyuncuydu. Daha ne diyeyim. Rize’den gelmişti bize. Hatta bir röportajında onu arayıp “Trabzon’a sakın gitme, orda tribünde 20 bin kişi varsa, 20 bin teknik direktör vardır” diye uyaranlar olduğunu söylemişti. En son Yunan liginde Akratitos ve Kavala takımlarında oynadı. Futbolu da burada bıraktı, 2008’de. Sonrasına dair bir bilgiye ulaşamadım.

Lee Eul-Yong (2002-06) – 2002 yılından 2006’ya kadar Trabzonspor’un sözleşmeli oyuncusu olan Lee Eul Yong, bu dönemin bir senesini ülkesinde kiralık olarak geçirmişti. Türkiye’nin ve Trabzonspor’un ilk Güney Koreli oyuncusudur aynı zamanda. 2002 Dünya Kupası’nda parlayan, üçüncülük maçında bize golü de olan Eul Yong, bir süre Şenol Güneş’in çalıştırdığı Seoul’de oynadı, en son 2012 Ocak ayında Gangwon FC’de futbol kariyerini tamamladı. Geçtiğimiz Mart ayında Türkiye’ye gelerek 3 hafta antrenörlük stajı görmüştü Şenol hocanın yanında. Şimdi de antrenörlük çalışmalarını sürdürüyor olsa gerek.

Augustine Ahinful (2003-05) – Ankaragücü’nden transfer etmiştik, bizden sonra da yine Ankaragücü’ne gitti ve 2008’de burada futbolu bıraktı. En son Michael Essien’in transferiyle ilgili görüşlerini bildirdiği üç dört haftalık bir habere rastladım. Gana’da takılıp, yorumculuk yapıyor sanırım.

Kurt van de Paar (2003-04) – Trabzonspor’da sadece üç maç oynayabilmiş, elde patlayan transferlerden. Belçikalıydı. 34 yaşında ve hala futbola devam ediyor. Belçika amatör liginde KFC Racing Mol-Wezel’de devam ediyor futbola.

İbrahima Yattara (2003-11) – Yattara’yla ilgili bir şeyler yazmam büyük ayıp olur. Seviyoruz merkez.

Maksim Romaşçenko (2003-2004) – Trabzonspor’da sadece bir sene kaldı ama Türk taraftarların unutamadıkları arasında geçer adı. Müthiş frikikleriyle hatırlıyoruz genelde bu Rus’u. 36 yaşında ve hala Rusya’nın Khimki takımında forma giyiyor. Çok da güzel bir eşi vardı.  

Devam edecek...

29 Eylül 2012 Cumartesi

1997... Karşınızda Mithat Halis!

"Şimdi Ne Yapıyorlar?" serisi için arşivleri incelerken çok acayip bir haberle karşılaştım. Tam anlamıyla trajikomik.

Bilirsiniz; menajer Mithat Halis'in adı Trabzonspor'da çok hoş anılmaz. Trabzonspor tarihinin en balon transferlerinin altında onun ismi vardır bir şekilde. Lange, Tomas Jun, Brozek kardeşler, Mierzejewski vs. (4 ay sonra gelen edit: Mierzejewski bizi utandırdı.) O konuyla ilgili yazmıştım.

Fakat Mithat Halis'in Trabzonspor'un sinirleriyle oynaması sadece futbolcu alışverişinde olmamış.

Yıl 1997. Temmuz ayı. Hazırlık kampı için Köln'de bulunan Trabzonspor ile Beşiktaş, 9 Temmuz 1997 günü karşı karşıya gelir. Fakat maç öncesi statta ilginç bir anons geçer. Hakemlerin trafik kazası geçirdiği ve bu nedenle başka hakemlerin maçı yöneteceği duyurulur. Maç yarım saat geç başlar. Fakat o da ne? Orta hakem gözlüklüdür, yan hakemlerse göbekli! İşin rengi sonradan anlaşılır... Hakemler, organizatörlerin ilgisizliği nedeniyle maça gelememiştir. Onların yerine ise o dönem Almanya'da bir amatör takımın antrenörlüğünü yapan Mithat Halis ile gurbetçi taraftarlar hakem diye sahaya çıkarılmıştır.

Orta hakem Mithat Halis, yan hakemler ise Reşit Güner ve Hüseyin Çolak'tır. Yan hakemlerin şortları, Beşiktaş'tan emanet teslim alınmıştır. Maçın tenkidini yazan Ergun Ata "...Beşiktaş'tan emanet aldıkları şortları kendilerine uzun gelmiş hakemlerin tribünlerdeki taraftarları zaman zaman gülmekten kırıp geçiren kararlarına diyecek tek sözümüz yok..." demiştir.

Maçın ilk yarısında Tayfur'la İskender birbirine girince durumu izlemekle yetinen Mithat Halis'i gören Yılmaz Vural, oyuna müdahale ederek İskender'i oyundan almış yerine Okan'ı sokmuştur.

Hakemler haliyle maçın hakimi değildir, Mithat Halis tribünün tepkisine göre karar değiştirmektedir. Neyse ki 90 dakika tamamlanmış ve çileli maç 0-0 sonlanmıştır. O dönem Almanya'daki kamplarda yaşanan rezaletlere bir yenisi daha böylece eklenmiştir.

Trajikomik bir başka ayrıntı da Milliyet'in satırlarındadır... Gazete, ertesi gün yayınlanan maç değerlendirme yazısında, çakma hakem Mithat Halis ve yardımcılarını da puanlamaya tabi tutmuştur. Fakat taze hakemlerimiz, ancak birer yıldız alabilmiştir...

Yaşanan olay iki takımın da büyük tepkisini çekmiştir. Organizasyon o kadar kötüdür ki maçtan sonra oteline dönen Beşiktaş kafilesi, yiyecek bir şey bulamamıştır! Biri Şampiyonlar Ligine, diğeri UEFA Kupasına hazırlık yapan iki büyük takım, üç kuruş için böyle madara edilmiştir işte...

Biz Trabzonsporlular için tuhaf taraflarından biri de işte, gözlüklü hakem Mithat Halis'in birkaç yıl sonra bu kez menajer olarak Trabzonspor'u uğratacağı zararlardır...

Meğer hikaye 1997'de başlamış, bizim haberimiz yokmuş...

***

Mithah Halis meselesiyle ilgili bir yıl önce yazdığım haber: http://www.medyaspor.com/haber/takimin-yarisi-onun-3056184

28 Eylül 2012 Cuma

Şimdi Ne Yapıyorlar? - I -


İlk olarak 1985-86 sezonunda kadrosunda yabancı oyuncu bulunduran Trabzonspor, o günden bu yana toplamda 91 yabancı transferi yaptı; bunların çoğunda da hayal kırıklığına uğradı. Ben de bu oyuncuların şimdilerde nerelerde, ne yapıyor olduklarını yazmak istedim. 

Şimdi en geriden başlamak üzere ilk 25'ini yayınlıyorum. Aralarında bilgilerine ulaşamadıklarım da var. Bilgisi olanlar yazarsa güncellerim... 

Başlayalım:

Jürgen Groh
Jürgen Groh (1985-86) – Trabzonspor'un ilk yabancı futbolcusu olan Alman Jürgen Groh, futbol kariyerini bitirdikten sonra postacı olarak çalışmaya devam etmiş. Devam etmiş diyorum, çünkü Almanya'da futbol oynarken de bir yandan postacılık yapmaktaymış. Şimdilerde emekli maaşını yiyordur herhalde. 

Mirza Hadzic (1988-89) – Trabzonspor tarihinin ilk yabancı kalecisi. Son aktivitesi Sloboda Tuzla takımıyla, 1991’de… Sonrası ise meçhul.

Mitar Lukić (1988-89) – Hadzic ile birlikte getirildi, onunla döndü. Kariyerini Sloboda Tuzla’da bitirdi. En son Bosna takımı FK Modriča’yı çalıştırdı. Hocalık kariyeri parlak değil. Modrica’da ilk döneminde 5 ay, ikinci ve son döneminde 4 ay takımın başında kalabilmiş. Şimdi boşta.

Jean-Marie Pfaff
Jean-Marie Pfaff (1989-90) – 2003 yılından bu yana Belçika kanalı VTM’de yayınlanan “De Pfaffs” isimli reality şovda oynuyor tüm ailesiyle birlikte.  Serinin onuncu sezonu da sanırım Ekim’de başlıyor. Adam efsane. http://www.jmpfaff.be/

Miodrag Ješić (1989-90) – Yugoslav Jesic, şimdilerde Suudi Arabistan takımı Najran SC’de teknik direktörlük yapıyor.

Goran Ivanović (1990) – Özkan Sümer'in Dukic ve Petranovic'le beraber takıma kazandırdığı, rivayetlere göre Trabzonspor'da tek maç dahi oynayamayan bu oyuncuyla ilgili hiçbir bilgi bulamadım.

Milonja Đukić (1990-91) – Trabzonspor’dan sonra Portekiz’in Farnese takımına transfer olan Yugoslav futbolcu, 7 yıl burada oynadıktan sonra futbol kariyerini tamamlamış. Gerisi yok. 

Vukašin Petranović (1990-92) – Nam-ı diğer Deli Petro, karateci Petro. Barcelona’dan 7 gol yediğimiz maçın kalecisi. Bizden sonra gittiği Konyaspor’da bir sezonda, dile kolay, 85 gol yiyen Petro. Bir gözü miyop olan Petro. 

Meşhur Lyon maçlarının da kalecisi aynı zamanda. Urbain Breams’ın Lyon maçı öncesi en korktuğun oyuncusu sorusunda “Petranovic” demişliği varmış Tunga abimin yazdığına göre… Toplara müthiş uçarmış, çok güzel goller yerdi diyorlar… Öyle efsane adam yani… 

Futbolu bıraktıktan sonra bir süre Mehmet Ali Erbil’in sunduğu Gol Şov programında boy göstermiş. Sonra da Bosna’da bir futbol akademisinde gençlere kalecilik dersi verdiği bilgisi var. Hakkında birçok komik anı var bu sayfada: 


Lars Olsen (1991-92) – Faroe Adaları Milli Takım Teknik Direktörü olarak görev yapıyor.

Jesic, Ivanovic, Dukic
Jacek Cyzio (1991-93) – Trabzonspor’un ilk Polonyalısı… Alt lig takımlarında teknik direktörlüğe devam ediyor. Şimdilerde Polonya 4. Ligi takımlarından Start Otwock’u çalıştırıyor.

Juriy Çhelepnitski (1992-94) – Türkiye’de Trabzonspor dışında Altay ve Denizlispor formaları da giyen Ukraynalı oyuncunun bugününe dair bir bilgiye ulaşamadım.

Viktor Grishko (1992-95) – Ukrayna birinci ligi takımlarından Chornomorets Odessa ve altyapısında teknik direktör, antrenör, koordinatör, hatta başkan yardımcısı olmuşluğu var. Şimdilerde genç takımın kaleci antrenörü olarak görünüyor.

Sergej Gusiev (1993-94) – Son olarak Ukrayna’nın Zirka takımında 1998-99 sezonunda oynadığı görünen oyuncunun şimdilerde ne yaptığı bilinmiyor.

Besik Beradze(1994-95) – Trabzonspor’da Gürcü fetişinin sürdüğü zamanda Kachavara ile birlikte alınan ancak devre arasında Şota ve Arçil’in yeniden takıma katılmasıyla gönderilen adam. Son olarak 1999-2000’de Lokomotiv Tiflis’te oynamış görünüyor. Gerisi meçhul…

Kakhaber Kacharava (1994-95) – Beradze gibi sezonun yarısında gönderilen Gürcü eski futbolcu, şimdilerde Gürcistan U19 milli takımının antrenörlüğünü yapıyor.

Şota – Arçil Arveladze (1994-97) – Bu ikiliyle ilgili fazla söze gerek yok. Şota’nın Kayserispor teknik direktörü olduğu malumunuz. Arçil de en son Dinamo Tiflis ve Lokomotiv Tiflis takımlarına transfer olsa da buralarda hiçbir maça çıkamadı. Teknik olarak 2005, hakikatte ise 2003’te futbolu bıraktı. 

Sonrasında Gürcistan Futbol Federasyonunda çeşitli görevlerde bulundu. Şimdilerde Gürcistan’da futbol okulu yöneticiliğini sürdürüyor.


Detlef Müller (1995-97) – Yani Metin Mert. Sarıyer’de oynarken Türk vatandaşı olan Alman kaleci, 1990 yılından beri Türkiye’de çalışıyor. Şimdilerde Akhisar Belediyespor’un kaleci antrenörlüğünü yapıyor.

Giorgi Nemsadze (1996-97) – Bir başka Gürcü. Kariyerini Dinamo Tiflis’te 2005’te bitirdi. Nemsadze şimdilerde yine aynı takımda sportif direktörlük yapıyor.

Vyacheslav Lychkin (1996-97) – Trabzonspor tarihinin tek Azeri futbolcusu. Kariyerinde 21 farklı takımda oynamış. Şimdilerde St. Petersburg’da Neva futbol kulübünün altyapısında hocalık yaptığı rivayet ediliyor.

Jean-Jacques Missé-Missé (1997) – Trabzonspor'un ilk siyahi oyuncusu. Sporting Lizbon’dan olaylı biçimde transfer edilen Kamerunlu Misse-Misse, hafızalarda Bochum’la oynanan maçta gole giden topa ofsaytta olmasına rağmen dokunmasıyla kaldı. Tabii bir de CAS davasıyla. Lizbon, oyuncunun kendileriyle sözleşmesi bitmeden Trabzonspor’a gittiğini iddia etmiş, 7 milyon dolar tazminat istemiş, olay CAS’a kadar taşınmıştı. Trabzonspor bu davayı kazanmıştı. Misse-Misse’nin son hareketi 2003-2004 sezonunda Belçika ekibi Mechelen’de görünüyor. Sonrasına dair bir bilgi yok…

Karel Rada (1997-98) – Trabzonspor tarihinin ilk Çek futbolcusu Rada, kariyerini 2008 yılında Bohemians 1905’te tamamlamış. Akabinde ne iş yaptığına dair bir bilgi yok ancak geçenlerde bir yardım maçında Pavel Nedved’in kurduğu eski Çek futbolculardan oluşan kadroda kendine yer bulabilmiş.

Gocha Jamarauli (1997-98) – Trabzonspor’un son Gürcüsü. Trabzon’da bir sene kaldıktan sonra çeşitli takımlarda oynadı, son olarak da Anorthosis Famagusta’da 2007 yılında kariyerini sonlandırdı. Sonrasına dair bilgiye ulaşamadım.

Campbell ve Vugrinec
Davor Vugrinec ( 1997-2000) – Vugrinec, şu ana kadar tek tek saydığımız yabancı transferler arasında Şota’dan sonra en istikrarlı oyuncusu olarak ön plana çıkıyor Vugrinec. 3 sezonda 85 maçı, 29 da golü var. Futbol hayatına hala Hırvat Slaven Belupo takımında sürdüren 37 yaşındaki oyuncu, Hırvatistan birinci lig tarihinin de en golcü oyuncusu ünvanını elinde bulunduruyor.

Kevin Campbell (1998-99) – Trabzonspor’un ilk ve şu ana kadarki tek İngiliz futbolcusu Campbell’ı bilmeyen yok. İngiltere'den büyük umutlarla transfer edilen Campbell, bordo mavili formayla fazla şans bulamayan, 5-3’lük Galatasaray maçında yaptığı hattrick dışında saha performansıyla çok akıllarda kalmayan bir oyuncuydu. Campbell deyince akla Mehmet Ali Yılmaz’ın ırkçı ifadeleri geliyor tabii. Olaydan sonra Everton’a satılan oyuncu kariyerini de yine İngiltere’de, Cardiff City’de bitirdi. Yıl 2007. İngiltere liginde 133 golü bulunsa da hiç A milli takıma davet edilmemiş. Kariyerini sonlandırdıktan sonra ne yaptığına dair bir bilgi yok. 

21 Eylül 2012 Cuma

Mezara Dönüşen Statlar

Bugün İran'da bir futbol maçında gerçekleşen "el bombası" olayı bana aşağıdaki yazımı hatırlattı.
İran'daki olay korkunç... Sahaya atılan bir el bombasını normal bir yabancı cisim zanneden futbolcu, bombayı yerden alıp saha dışına atıyor. Bomba yere düştüğü anda müthiş bir patlama oluyor... Adeta ölümden dönen futbolcular şaşkın... Hakemler telaşla oradan uzaklaşırken, dikkatimizden kaçmayan bir ayrıntı var. 4 sırt numaralı bir futbolcu çok soğukkanlı ama bir o kadar da isyankar bir halde patlama olan yere yaklaşıyor... Görüntünün devamı yok... Büyük bir felaketten şans eseri kurtuluyor futbolcular. 



İşte bu olay, 18 Ağustos 2011'de derlediğim bir yazıyı hatırlattı bana: "Mezara Dönüşen Statlar" 

Statların yıllar boyunca iç savaşların, korkunç işgallerin göbeğinde kalışını ve adeta bir mezbaha olarak kullanılışını hatırlatan iç karartıcı bir derleme. O yazıyı güncelleyip yeni eklemelerle paylaşmak istedim. Okumaya devam etmek isteyenler buyursun:

MEZARA DÖNÜŞEN STATLAR

Suriye'de hükumet karşıtı eylemler kanlı şekilde bastırılmaya devam ediyor. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın şiddeti ise futbol sahalarına kadar ulaşıyor...

Lazkiye şehrinde geçtiğimiz yıl Ağustos ayında başlayan operasyonda Baas güçleri, göz altına aldığı kişileri şehrin stadyumunda topluyordu. Bu yöntem Lazkiye dışına da taşmış, Suriye’nin kuzeybatısında kalan Baniyas şehrindeki Dera’a Stadyumu da eylemcilerle dolmaya başlamıştı. Görgü tanıkları, burada tutulan bazı “mahkûmların” öldürüldüğünü iddia ediyordu.

En güncellerinden biri  bu olsa da, statların bu şekilde kullanımı ilk değildi. İç savaşın vurduğu hemen her yerde, binlerce kişiyi “konuk etme” imkânı bulunan stadyumların, güvenlik güçlerince ya da isyancılar tarafından defalarca katl ve mahpus yeri olarak kullanıldığına şahit oldu insanlık…

BABASININ OĞLU ESAD

Örneğin Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad da kendi yönetimi döneminde, Müslüman Kardeşler örgütünün başlattığı isyanı bastırmak için Hama’da 10.000’in üzerinde insanı katlederken, şehrin stadyumunu da “mezbaha” olarak kullanmıştı… 1982 yılında gerçekleşen katliamla ilgili bir yıl sonra ortaya konan Uluslararası Af Örgütü raporunda, stadyumda tutulan mahkûmların günlerce aç ve korunmasız bırakıldığı belirtilmişti.

BEYRUT’TA 800 FİLİSTİNLİ ÖLDÜRÜLDÜ

Yine 1982 yılında Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Sabra ve Şatalla kamplarındaki 800 Filistinli, Hıristiyan militanlarca yerel bir futbol stadyumunda öldürüldü.

Afganistan’da Taliban tarafından toplu katliamlar için kullanılan stadyumlar ise hala bölge halkı için bir korku simgesi. Afganlar, ölülerin ruhuyla sarılı olduklarını düşünerek, karanlık çöktükten sonra stadyumlara girmemeyi alışkanlık haline getirmiş…

IRAK’TA TOPLU MEZARLAR

2003 yılında Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra ABD ve Irak güçleri, çeşitli stadyumlarda toplu mezarlar ortaya çıkardı. 2004 yılında ise Amerikan askeri Bağdat'ın kuzeyindeki Hadithah kentinin güvenliğini yerel güçlere teslim ettikten sonra bu kez isyancılar, onlarca polisi bir stadyumda topluyor ve halka açık bir şekilde idam ediyordu. Şehrin stadyumu, devam eden yıllarda da çeşitli katliamlara sahne oldu. Yine 2005 yılında 19 sivilin bu statta kurşuna dizildiği tespit edilmişti. Katledilenler başta asker sanılsa da, aslında onlar neden öldürüldükleri bilinmeyen Iraklı balıkçılardı...

Irak topraklarında biraz daha gerilere gittiğimizde, 1986 yılında Basra’da yaşanan bir başka katliamla daha karşılaşıyoruz. Yine Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarında yer alan bir ifadede, askerden kaçan Iraklıların yakalatılarak Basra’da bir futbol sahasına getirildiği ve burada topluca katledildiği yer alıyor. Olayı aktaran Iraklı, kanlı ceza uygulanırken baygınlık geçirdiği için öldü zannedilerek kurtulan tek kişi olmuş…

HAİTİ'DE MAÇ SIRASINDA KATLİAM

2005 yılının Ağustos ayında, iç savaşın tüm korkunç yönleriyle sürdüğü Haiti'de, Port-au-Prince Stadı'nda oynanan bir maç sırasında, "haydut" olarak nitelendirilen siviller güvenlik güçlerinin saldırısına uğramış, 20'den fazla sivil o saldırıda katledilmişti. Aynı stadyum 2010 yılında gerçekleşen 7 büyüklüğündeki depremde sığınak olduğu 1000'in üzerinde insan için ise tersi bir anlam taşıyor olmalı şüphesiz.

GİNE'DE KATLİAM VE TECAVÜZ

2009 yılında Gine'deki askeri cuntaya karşı demokrasi eylemi yapmak için başkent Conakry'deki stadyumda toplanan yaklaşık 50.000 kişi korkunç bir müdahale ile karşılandı. Askerlerin rastgele ateşinde 157 kişi öldü, 1253 kişi ise yaralandı. Vahamete ek olarak, yüzlerce kadın askerlerin tecavüzüne uğradı... Hem de günlerce... Görgü tanıklarının ve kurbanların anlattıkları inanılmaz...

MISIR'DA 75 ÖLÜ

Yakın zamanda yaşanan bir başka katliam da Mısır'da gerçekleşti. Bu kez durum biraz farklıydı zira olayların iki tarafı da sivillerdi.


2012 yılının Şubat ayında Al-Ehli ve Al-Masri takımları arasında Port Said Stadı’nda oynanan maç sırasında iki takımın taraftarları sahaya inmiş ve yaşanan katliamda 79 kişi ölmüş, 350 kişi ise yaralanmıştı. Al Masri kaleci antrenörü Ahmed Nagy taraftarlardan birinin gözleri önünde öldürüldüğünü söylerken "Koridorlarda yüzlerce yaralı yerlerde yatıyordu. Soyunma odası morga dönmüştü" diyordu. Olayların arkasında dağıtılan Ulusal Parti’nin bir grup üyesi ile emniyetten bazı şahısların olduğu yönünde güçlü şüpheler oluşmuş ve soruşturma başlatılmıştı. Bunun bir intikam organizasyonu olduğu da söylentiler arasındaydı. Tabii ligler de belirsiz bir tarihe kadar iptal edilmişti. Fakat netice değişmiyordu elbette: Mısır’daki siyasi ve sosyal sıkıntılar tribünlere taşmış ve onlarca kişi yok yere hayatını kaybetmişti.

Port Said Stadı da böylece mezara dönüşen statlar arasına adını yazdırmıştı.

PENALTININ CEZASI FALAKA

Irak'ta devrik lider Saddam Hüseyin'in oğlu Uday'ın da kaybedilen bir maç yahut kaçırılan bir penaltı nedeniyle futbolcuların saçlarını Bağdat Stadyumu’nda tıraş ettirdiği biliniyordu… Eski Iraklı kaleci Haşim Hassan da, 1997 Dünya Kupası elemelerinde Kazakistan’a yenilmeleri sonrası sahanın ortasında yere yatırılarak ayaklarından ve sırtlarından sopalandıklarını anlatmıştı.

KADDAFİ’NİN PROPAGANDA ALANI

Libya lideri Muammer Kaddafi de stadyumları kendi siyasi çıkarları uğruna kullananlardan. Kaddafi, ülkedeki statları, kendi yazdığı “Yeşil Kitap” manifestosundan demokrasi teorilerine dayanan alıntılarla donatmıştı. Geçtiğimiz yılın başında Kaddafi karşıtı isyancılar kentin kontrolünü eline alana kadar, Bingazi’deki stadyuma maç izlemeye giden futbolseverleri manifesto cümleleri karşılıyordu.

STAT EĞİTİM KAMPINA DÖNDÜ

Somali’de ise bir zamanlar Doğu Afrika’nın en etkileyici futbol arenalarından biri olan ve her maç 70.000 ateşli taraftarın doldurduğu Mogadişu Stadyumu, cihatçıların eğitim kampına dönüştürüldü… Stadyum, Afrika Birliği’nin desteğini alan hükümet güçleri müdahale edene kadar askeri ve siyasi eğitim kampı olarak kullanıldı.

LİDERLERDEN SONRA SIRA HALKTA

Diktatör liderlerin stadyumları politik kaygıları doğrultusunda kullanmasının aksi tezahürü olarak zamanla yönetimlere isyan eden halk da, binlerce kişinin doldurduğu bu alanları öfkelerini yansıtma ve yayma mecrası olarak kullanmaya başladı. Cezayir’de ve Mısır’da eylemci gruplar, hükümetten taleplerini yahut şikâyetlerini stadyumlarda dile getirme yöntemini kullanır oldu. Mısır’da hemen her hafta, devrik lider Hüsnü Mübarek’in yönetimine karşıt tezahüratlarda bulunan isyancı taraftarlar ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmalar gelenek halini almış durumdaydı… Yukarıda bahsettiğimiz Port Said katliamı da olan bitenin son halkası niteliğinde...

İnsanoğlu kan kokusunu misk sanmaktan vazgeçmedikçe, korkarım bu ve benzeri olaylar yaşanmaya, futbol sahalarının çimleri de kanla sulanmaya devam edecek...


19 Eylül 2012 Çarşamba

Ήλιε μου αν την δεις - Güneşim Onu Görürsen

Epey zaman önce yakın bir dostum, hem Yunanca öğrenmemi hem de Trabzonlu olmamı fırsat bilerek bu güzel şarkıyı göndermişti bana. Kemençeyle başlayan, sözleri epey arabesk (çevirince fark ettim) ama aynı zamanda keyifli bu şarkı Giannis Ploutarxos'un sesinden ulaşıyor bize. Şarkının büyük bölümü Yunanca. Son bölümünde ise bir nakarat Pontus Rumcasında söylenmiş.  

Ben de fırsat bu fırsat, Yunancadan ilk şarkı çevirimi (yalnız) yapayım dedim. Daha önce sınıfta yapmışlığımız var ama topluca, bu benim için ilk. :) Son bölümdeki Pontus Rumcasıyla söylenen bölümü ise internet üzerinden İngilizcesi aracılığıyla çevirdiğimi belirtmiş olayım. 

Buyurunuz; Güneşim, onu görürsen... 


.
.
Güneşim Onu Görürsen...
.
Yıldızlar yok gökte
Ay bile görünmüyor
Saat yine geç bu gece
Uyku tutmuyor
***
Geri döndü o sancı 
Çalar rüyalarımı
Ayrılık bir kor
Buna dayanılır mı?
*** 
Güneşim onu görürsen
De ki ölüyorum
Söyle, ne olursun
Onu bekliyorum.
Güneşim onu görürsen
De ki acı çekiyorum
Söyle, ne olursun
Onu çok seviyorum.
***
Hayatın baharı yok
Kalmadı yazım
Bir kış yapayalnız
Ellerimde tuttuğum
***
Tatlı yalanlarına
Öyle bir inandım ki
Ayrılık keskin bıçak
Nasıl dayanılır ki?
***
Güneşim onu görürsen
De ki ölüyorum
Söyle, ne olursun
Onu bekliyorum.
Güneşim onu görürsen
De ki acı çekiyorum
Söyle, ne olursun
Onu çok seviyorum.
***
Pontus Rumcası olan bölüm:
Güneşim sevdiceğimi görürsen
Nasıl yanıyor canım söyle ona
Güneşim anlat acımı duysun
Kor gibi yakan, ömrümden çalan…

12 Eylül 2012 Çarşamba

Terör

Hayatımın en karmaşık duygularını yaşadığım gününü geride bıraktım dün gece 23:30 civarlarında. Bir ağrı kesici, bir bardak süt ve uyku... Deliksiz, ölü gibi bir uyku. Kaçılan bir ölümün, yakalanılan bir ölümün ağırlığında bir uyku ve sabah...

Kader çok acayip... Önceki hafta bir akşam "izne çıksak mı çıkmasak mı" konuşmalarının aslında hayati bir kararın eşiği olduğunu bilemezdik hiçbirimiz.

Benim için artık dünyanın en güzel cümlesidir: "Kaçalım bir hafta da kafamız dinlensin hanım."

Bir canlı bomba koştu aralık kapıdan içeri. Bir polis yanaştı yanına, "Dur, nereye gidiyorsun?"
Bir bomba patladı kapıda. Zırhlı duvarlar bile dayanamadı kuvvetine. Yıktı. Parçaladı.

Sadece bir an.
Sadece bir cümle.
Sadece bir gün kurtardı hayatımdaki en önemli dört varlığın birini. Babamı...

Sabah dokuz buçuk sularında onun yerine çalışan arkadaşıyla yaptığı iki telefon görüşmesinde "Abi dert etme, sen keyfine bak, biz seni idare ederiz" diyordu Bülent abi.

Bülent abi bir saat sonrasında, belki de babamın yerine hayatını veriyordu...
Bu nasıl bir dünya...

Hayatımdaki en önemli adam, babam, "kurtuldu."

Ama ya mesai arkadaşları...

Esas insani yönümüz terörize ediliyor...

Kendi canına sevinirken, başka majuraniler kaybediyor babalarını, kardeşlerini, eşlerini, çocuklarını...
Ama sen, kendi canın yanmadığı için suçlu bir mutluluk, utanç dolu bir rahatlama hissediyorsun.

Çok acı.

Eve gidince bir süre boynuna sarılıp bırakmadım babamı.
Ben şanslıydım...

Terör yıktı duvarları.
Terör yine rastgele seçti kurbanlarını.

Ve kader, "sıra sizde değil daha" dedi.
Kaçtık...

Bülent Özkan, şehidimiz...
Bir ağrı kesiciyle biten günümde, Bülent abi de sonsuz uykusuna dalmıştı çoktan.

O uyuyor.
Biz uyuyoruz.
Memleketim uyuyor.
Uyan desek Bülent abi dönmez.
Ama biz uyanırsak, belki de Bülent abiler ölmez...

Başımız sağ olsun.

10 Eylül 2012 Pazartesi

1978... Ali Kemal'in vedası...


Ligde iki sene üst üste şampiyon olan Trabzonspor, 1977-78 sezonunda şampiyonluğu rakibi Fenerbahçe'ye kaptırmıştır. Bordo mavililer o sezon Şampiyon Kulüpler Kupası'na da katılamaz haliyle. Takım ise çalkalanmaktadır. Karadeniz'in hırçın ekibi İstanbul takımlarının maddi gücü karşısında kendisini ayakta tutmaya çalışırken, elindeki önemli oyunculardan da vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bunlar arasında en çarpıcı ayrılık, efsane kadronun bir numaralı unutulmazlarından olan Ali Kemal Denizci'dir... Trabzonspor o sezon hem şampiyonluğu hem de Ali Kemal'i Fenerbahçe'ye kaptırmıştır... 

Tarih 28 Haziran 1978'dir ve manşetleri Ali Kemal'in 3.5 milyonluk rekor transferi süslemektedir... (1.5 milyon da Ali Kemal'e verilmiştir...)



Okuduğum, bildiğim bir şeydi Ali Kemal Denizci'nin Trabzonspor'dan "zorla" koparıldığı... Bu gerçeği Milliyet arşivlerinde de açık bir şekilde gördüm. Ali Kemal, hiç istemiyordu memleketinden ve Trabzonspor'undan ayrılmak. Ancak kulübün o dönem bulunduğu şartlar da bunu gerektiriyordu. Ali Kemal çok kırgındı... Başkan Şamil Ekinci'yi çok ağır bir dille eleştirmesinin sebebi de, işte bu yoğun kırgınlıktı...

TRABZONSPORLU YÖNETİCİLER BENİ PARA İÇİN SATTILAR



Ali Kemal'in çok kızgındı. Fenerbahçe'ye transfer oluyordu, ancak Trabzonspor'dan ayrılmak istemediğini de cesaretle ve açık açık söylüyordu. Günümüzde çok mümkün olmayan bir açık sözlülüktü bu.

"Trabzonsporlu yöneticiler beni para için sattılar" diye konuşan "5 milyonluk adam" Şamil Ekinci'ye de çok ağır sözler söylüyordu: "Kendi çıkarları için beni kulübümden koparan Başkan Şamil Ekinci ve arkadaşlarını pişman edeceğim"

"Trabzonspor'dan koparılmış olmak beni kahrediyor" diyen Ali Kemal'in iddiaları ağırdı:


Ali Kemal'in yerinden yurdundan ayrılışı oldukça duygusal olmuştu. Gazeteciler ayrılığı an be an kaydetmiş ve yayınlamıştı. "Fırtına" Faroz mahallesinde önce kurşun döktürdü, sonra teker teker herkesle vedalaştı. Doğduğu evden ayrılırken çok duygusallaşmıştı... Yaşlıların ellerini öptü, hayır dualarını aldı. Mahalleli morali bozuk Ali Kemal'i güldürmek için her şeyi yapıyor, dans ediyor, hopluyor zıplıyordu...


Ali Kemal bir süre sonra arkadaşlarından ve yakınlarından izin istemişti... İstikameti Avni Aker stadıydı... Burada altı senesini geçirmiş, yıldız olmuş, efsane olmuştu... Bir kenara oturdu ve uzun uzun boş tribünleri izledi... Kimbilir neler düşünerek...


Nihayetinde Ali Kemal çok sevdiği memleketinden ayrıldı... Fenerbahçe'yi utandırmayacağını söylüyordu. Fakat işler beklediği gibi gitmedi. Fenerbahçe'de mutsuzdu... 1981'de Beşiktaş'ın yolunu tuttu. Uzun yıllardır şampiyonluk hasreti çeken Beşiktaş (ki bu da Trabzonspor'un lige damgasını vurduğu döneme denk geliyor haliyle) Ali Kemal'in de katkısıyla 1981-82 yılında şampiyonluğu yaşıyordu. 1978'de Trabzonspor'undan zorla koparılan Ali Kemal, 1983 yılında futbola veda ediyordu...

Centilmenlik ön planda... 

Ali Kemal'in en unutulmaz sözü ise Haziran 1978'den: “Trabzon’daki arkadaşlarım bir gün Trabzonspor’a değil ama mahalleme döneceğimi bilmelidirler”

Bu arada Ali Kemal'in dramatik ayrılığının yaşandığı yıl, Arjantin'in de dünya şampiyonu olduğunu not düşelim:



Ali Kemal meselesini atlamak istemediğim için bunu ayrı olarak paylaştım... Bir sonraki yazıda Avrupa serüvenine devam edeceğiz...

7 Eylül 2012 Cuma

2000li Yıllarda Şike ve Cezaları

Twitter’dan doktorumuz Emre Baykan’la (@ebaykan_TS) dün akşam yaptığımız bir istişare sonrası 2000li yıllarda özellikle Avrupa’da yaşanan şike skandalları ve UEFA’nın da yönlendirmesiyle federasyonların verdiği cezaları toparlayayım dedim. Basit bir liste çıkarma niyetindeydim fakat biraz ayrıntılara boğdum yine, kusuruma bakmayın. Şike üzerine yazılmış birçok kitap ve makale var; buralardan da daha fazla maç ve lig bulunabilir. Ben şimdilik hazırladığım bu listeyi, sizlerin de katkısıyla uzatmayı düşünüyorum.

Başlayalım…

İlk izleri 1890lı yıllara kadar dayanan şike, bundan 100 yıl kadar sonra 90lı yıllarda Avrupa’da ve dünyada birçok yerde futbolu sarsmaya devam etti. Bunlardan en çok hatırlananı 1992-93’te Fransa ligi şampiyonu olan Marsilya’nın şikeden suçlu bulununca hem kupasını kaybetmesi, hem de ikinci lige düşürülmesiydi. Yine aynı sezon İtalya’da da Inter ile Brescia arasında oynanan ve 1-1 tamamlanan maç olay olmuş; Inter’in şampiyonluk, Brescia’nın ise kümede kalmak için skorda anlaştığı iddialarıyla İtalya çalkalanmıştı. O dönemler ve tabii daha öncesinde şikenin takibi ve kanıtlanması çok daha zor olduğundan iddiaların ispatlanması konusunda sıkıntılar söz konusuydu. Fakat 2000li yıllarda işin rengi değişti…

Romanya ile başlayalım. 2002 yılında şike yaptıkları gerekçesiyle Dinamo Bükreş ve Ceahlaul Piatra Neamt kulüpleri puan silme ve para cezalarına çarptırılmış, iki takımın bazı futbolcuları da çeşitli yıllarda men cezası almıştı. 

Son 10 yılda şike konusunda en sık aralıklarla operasyon yapılan ve ağır cezaların verildiği ülkelerden biri de Polonya’ydı. 2003 yılında birinci ligde kalmak için oynanan play-off maçlarında, kendi oyuncularının şike yaptığını iddia ederek federasyona başvuran Swit Nowy Dwor Mazowiecki kulübünün sponsoru ve aynı zamanda başkanı Wojciech Szymanski sayesinde ciddi bir şike skandalı ortaya çıkarılmıştı. Tam da Szymanski’nin iddia ettiği gibi 6 Swit oyuncusunun 50 bin euro karşılığında maçı Garbarnia Jaworzno’ya sattığı belirlenmiş ve neticesinde ligde kalan Swit olmuştu. Tabii altı oyuncu da ömür boyu futboldan men edilerek… Jaworzno ise bir sonraki sezona ikinci ligde ve eksi 10 puanla başlamıştı. Szymanski'nin 2004 yılında Swit'ten elini eteğini çektiğini ve Widzew Lodz'a 2007 yılında sponsorluk yaptığını da belirtelim. Fakat aşağıda da okuyacağınız gibi, Lodz'un da şikeye karışması Szymanski'ye epey darbe vurmuştur psikolojik olarak herhalde...

Zaglebie Lubin taraftarları...

Polonya Futbol Federasyonu Zagłębie Lubin kulübünü de 2003-2004 sezonunda birinci lige çıktığı sene şike yaptığı gerekçesiyle bir alt kümeye düşürmüş ve 20 bin euro da para cezası vermişti. Şikenin ortaya çıkarıldığı ve cezanın verildiği yıl 2008’di. Polonya Futbol Federasyonu Disiplin komitesi başkanı Adam Gilarsk olayla ilgili, “Zaglebie kulübü eksi 15 puan ve 145 bin euro para cezası talep etti ancak biz düşürmeye karar verdik” diye konuşuyordu. 2003-2004’te şike yaparak birinci lige çıkan Lubin, 2006-2007 sezonunda da lig şampiyonu olmuştu...

Aynı yıl (2008) Zaglebie Sosnowiec, Arka Gdynia ve Gornik Leczna birinci ligden ikinci lige, KSZO Ostrowiec ve KS Górnik Polkowice ise ikinci ligden üçüncü lige düşürülmüştü. TS Podbeskidzie Bielsko-Biała ekibi ise eksi puan cezasıyla kurtulmuştu.

4 kez Polonya şampiyonu ve ülkenin en eski takımlarından biri olan Widzew Lodz ise yine 2008 senesinde, 2004-2005 yıllarında 12 maçta hakemlere rüşvet verdiği ve şike yaptığı gerekçesiyle bir alt kümeye düşürülmüştü. Kulübün sahibi ise 80li yıllarda uzun süre Juventus ve Roma forması giyen eski futbolcu Zbigniew Boniek idi. Widzew Lodz ile ilgili şike soruşturması 2005’te başlamış ve 3 sene sonunda ceza çıkmıştı. Yani 2008 yılında Polonya federasyonu, toplamda 7 takımı gözünü kırpmadan küme düşürmüştü…
 



 
Portekiz liginde 2003-2004 sezonunda başlayan ve 2007 yılına kadar sarkan şike ve devamındaki operasyonlarda (Apito Dourado ve Apito Final) Boavista kulübü ikinci lige düşürülmüş ve ayrıca para cezası almıştı. Skandala adı karışan Porto’ya 6 puan silme cezası ve 150 bin euro para cezası verilmişti. Porto başkanı da iki yıl men cezası almıştı. UEFA Porto’yu önce Şampiyonlar Liginden men etmiş, ancak sonrasında kulübün itirazı kabul edilmiş ve Porto Avrupa’daki yoluna devam etmişti. Bu sırada hakemler de çeşitli men cezaları almıştı tabii….

Skandallarıyla meşhur İtalya’dan Genoa takımı 2005 yılında Serie B’den Serie A'ya çıkarken oynadığı Venedik maçında şike yaptığının ortaya çıkmasıyla üçüncü lige düşürülmüştü. Başkanı ve genel menajeri 5 yıl hak mahrumiyeti cezası almıştı. Bu soruşturmada kanıt olarak kullanılan belgeler telefon görüşmeleriydi…

2006 yılında da İtalya’da daha geniş kapsamlı ve herkesin bildiği Temiz Ayaklar Operasyonu düzenlenmiş ve soruşturmalar sonucunda ülkenin en büyük takımlarından Juventus, Fiorentina ve Lazio Serie B’ye düşürülmüş, eksi puan cezaları almıştı. Serie A’da kalan Milan ise eksi 8 puan ceza almıştı. 19 hakem cezalandırılmış, Milan, Inter, Sampdoria, Genoa, Reggina, Udinese ve AC Chievo Verona kulüpleri ile yöneticileri para cezaları ve men cezaları almıştı.

2011 yılında Finlandiya’da patlak veren şike skandalında ise tarihin en ağır cezalarından biri gelmişti. Daha önce şike olaylarına karışan Singapur merkezli bir şirketten aldığı şüpheli para sonrası Tampere United kulübünün lisansı iptal edilmiş ve takım süresiz men cezası almıştı. Tampere United’ın Finlandiya ligi şampiyonluğu da bulunuyordu…


UEFA'nın Olympiakos Volou duyurusu...

UEFA’nın yayınladığı ve 2009-2010 sezonunda Yunan liglerinde oynanan 40’ın üzerinde maçta şike olduğuna yönelik raporun ardından başlatılan Koriopolis adlı operasyon sonucunda Olympiakos Volou ve Kavala kulüpleri ikinci lige düşürülmüştü. Karara itiraz eden kulüplerin cezaları ilk önce eksi puana çevrildiyse de, iki kulüp daha sonrasında Yunan ulusal liglerinin en alt kademesine düşürülmüşlerdi. Skandal sonrası Olympiakos Volou UEFA tarafından Avrupa Ligi’nden men edilmişti.

2011 yılında yaşanan bir başka skandal da Avrupa dışında, Güney Kore’de gerçekleşmişti. Bu kapsamlı operasyonda da 39 eski-yeni futbolcu hapis cezasına çarptırılmış, milyonlarca won (Kore para birimi) para cezası ve futboldan ömür boyu men cezaları verilmişti. Skandalın ortaya çıkmasının ardından şikeye adı karışan Yoon ki-Won intihar etmişti…

Aynı yıl İtalya’da yeniden patlak veren şike skandalında da kapsamlı cezalar söz konusuydu. Onlarca kulüp puan silme, para cezası almış, U.S Grosseto, U.S Lecce, U.S Alessandria Calcio (otomatik), Ravenna Calcio (otomatik) takımları küme düşme cezasıyla karşı karşıya kalmıştı. Yüzlerce futbol adamı da cezalandırılanlar arasındaydı. 

Tüm bunların arasında 2005 yılının Ocak ayında Bundesliga’da merkezinde hakemlerin olduğu bahis ve şike skandalı ortaya çıkarılmış, birçok hakem ve futbol adamı ömür boyu men cezası almıştı. Yine Almanya’da 2009 yılında Bochum savcılığının başlattığı ve Türkiye, İsviçre, Belçika, Slovakya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Slovenya, Karadağ ve Makedonya gibi birçok ülkede kapsamlı olarak yürütülen soruşturma da, hapis ve ömür boyu futboldan men cezaları ile sonuçlandırılmıştı.


Yine 2005 Eylül ayında, Brezilya liginde de hakem skandalı yaşanmış ve burada da hakemler ve futbol adamları ömür boyu men cezalarına çarptırılmıştı. Skandala dair ilginç bir ayrıntı ise şu: o zamandan bu yana Brezilyalı taraftarlar, kötü maç yöneten hakeme, o gün şikeden yargılanan Edilson Pereira de Carvalho’yu ima ederek “Edilson” diye bağırıyorlarmış…

Türk taraftarlar da artık – en azından ben – şikecilere, hırsızlara ve ırkçılara bundan yıllar sonra bile hangi isimle tezahürat yapacağını belirlemiştir diye düşünüyorum.


Ekleme: Alihan Kurutaş'ın bilgilendirmesiyle Makedonya'da yaşanan bir küme düşürme meselesini de ekleyelim yazıya. 2009-2010 sezonunda, şike yaptığı gerekçesiyle PK Podeba Prilep kulübü amatör kümeye düşürülüyor, aynı zamanda UEFA'dan da 8 yıl men cezası alıyor. Bu ağır cezanın ardından Prilep şehrinde Pobeda'nın izlerini taşıyan FK Viktorija adında yeni bir kulüp kuruluyor ve 2010-2011 sezonuna üçüncü ligde başlıyorlar. Alihan Kurutaş'a katkısı için teşekkür ederim...

Ekleme 2: Bir başka şike skandalına daha denk geldim Avrupa'da. Geçtiğimiz yıl Çek Cumhuriyeti takımlarından Sigma Olomouc, 2009 yılında şike yaptığı gerekçesiyle Çek federasyonu tarafından 9 puan silme ve 164.000 Euro para cezasına çarptırıldı. Sigma takımının Bohenians Prague'lı oyunculara Avrupa ligine gidebilmeleri için önem taşıyan maç öncesinde 300.000 kron şike parası gönderdiği belirlenmişti. Sigma kalecisi Petr Drobisz de, parayı götüren isim olarak 18 ay men ve 200.000 kron da para cezası aldı. Sigma takımı ceza aldığı sırada ligin 3. sırasında bulunuyordu. UEFA da federasyonun cezasının üstünden bir yıl geçtikten sonra kulüple ilgili kararını Haziran 2012'de açıkladı ve Sigma Olomouc'u Avrupa Ligi'nden men etti. 

Çek Cumhuriyetinde yaşanan bir başka şike skandalı da 2006'dan. Çek polisinin telefon görüşmelerine dayanan operasyonu sonucunda, 7 hakem ve 3 kulüp yöneticisi 3-5 yıl arasında men cezası ve para cezası aldı. 2003-2004 yılında şikeye bulaşan birinci ve ikinci lig kulüpleri 2004-2005 sezonuna puan silmelerle başladı. Bu takımlar Synot, Slovan Liberec, Opava, Vitkovice ve Viktoria Zizkov'du. Basına dağıtılan telefon konuşmalarındaki açık seçik ifadeler ülkede o kadar ilgi görmüş ki, bir tiyatro oyununa bile çevrilmiş yaşananlar. Ayrıca şikecilerin bazı sözcükleri, günlük dilde de kullanılır olmuş. Tıpkı bizdeki ekinler, tarlalar, işçilerle ilgili ifadeler gibi... Çok tanıdık.

6 Eylül 2012 Perşembe

1977... Trabzonspor ve Pele...

Trabzonspor 1976 yılında Avrupa kupalarına Liverpool eşleşmesi sonrası veda etmişti. En son tablomuz şuydu: 

1976-77 sezonu Şampiyon Kulüpler Kupası 

1. Tur: 

15 Eylül 1976 - Akranes 1-3 Trabzonspor | Goller: Necmi Perekli, Ali Kemal (2)
29 Eylül 1976 - Trabzonspor 3-2 Akranes | Goller: Hüseyin Tok (2), Engin Çınar 


2. Tur: 

20 Ekim 1976 - Trabzonspor 1-0 Liverpool | Gol: Cemil Usta 
3 Kasım 1976 - Liverpool 3-0 Trabzonspor


Devam edelim: 

***

Trabzonspor 1976-77 sezonunu da 43 puanla Fenerbahçe'nin önünde şampiyon tamamlamış ve Şampiyon Kulüpler Kupası'nda mücadele etme hakkı kazanmıştı. Trabzonspor'un ilk turdaki rakibi, günümüzün FC Kopenhag ekibini oluşturan iki takımdan biri olan Danimarkalı Boldklubben 1903'tü. 

14 Eylül 1977'de Trabzon'da oynanan ilk maçta sayısız gol fırsatını harcayan Trabzonspor, Milliyet'in de manşetinde belirttiği gibi kolay turu zora sokmuştu. Karadeniz temsilcisinin tek golü 75. dakikada Necdet'ten gelmişti.

  


 
Bu arada bordo mavili ekip Danimarka'da maça hazırlanırken, Milliyet'te enteresan bir magazin haberi göze çarpıyordu.

1977 yılı güzellik yarışmasında, sonradan sinema filmlerinde ünlenecek olan Oya Aydoğan da yarışıyordu. Aydoğan'ın St. Michel Lisesi mezunu olduğunu, İngilizce ve iyi derecede Fransızca bildiğini ben de bu gazete küpürüyle öğrendim :)





Trabzonspor, ikinci maçta turu geçecek skoru elde edeceğinden oldukça emindi. Fakat işler pek de Trabzonspor'un istediği gibi gitmedi.

Yazılanlara bakarsak sahada çok kötü bir hakem üçlüsü vardı ve ofsayttan 2 gol yiyen Trabzonspor, hakem kurbanı olarak 2-0'lık skorla Avrupa'ya veda ediyordu.


Hakemin çok kötü yönettiği maç sonrasında olaylar çıkıyor, 8 Türk taraftar tutuklanıyor, 3 Danimarkalı ise hastahaneye kaldırılıyordu. 


 Maçın bitimiyle Başkan Şamil Ekinci soyunma odasının önünde ağlıyor, Danimarka gazeteleri ise bunu "Alacağı cezaya ağlıyor" olarak yorumluyordu. 




Maçın yankıları sürerken, elemenin iki gün sonrasında Milliyet arşivlerinde ilginç bir başka haber daha çıkıyordu. 

1 Ekim 1977 tarihli nüshasında gazete, dünya futbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi futbolcuları arasında gösterilen Pele'nin, nam-ı diğer Siyah İnci'nin futbola veda edeceğini duyuruyordu. Pele aynı gün New York'ta bulunan 80 bin kişilik Giants Stadyumu'nda jübile maçı yapacaktı. (Her ne kadar haberde New Jersey ve 90 bin kişi denilse de bu bilgiler hatalı) 

Bu maça dair ilginç bir başka ayrıntı ise şuydu: 

Galatasaray'ın ve Türk milli takımının efsane kalecilerinden (Seul'deyken Şenol Güneş'in de yardımcı antrenörlüğünü yapan) Yasin Özdenak da o sene Pele ile birlikte New York Cosmos  takımının formasını giyiyordu. Özdenak, jübile maçının ikinci yarısında hocası tarafından sahaya sürülmüş ve Santos forması giyen Pele'nin karşısında oynama şansına erişmişti... 



Pele futbola, Trabzonspor Avrupa'ya veda ediyordu böylece...

Bordo mavililer elemenin ardından el mahkum "seneye" diyordu. Fakat Trabzonspor'un bu beklentisi, karşılık bulmayacaktı....

Devam edecek... (To be continued...) :)

5 Eylül 2012 Çarşamba

Efsane Tercümanı Bulduk

Bugün sevgili arkadaşım Yiğit'in (@YigitGayretli) aracılığıyla, yine geçmişten, 18 sene kadar öncesinden efsanevi bir ana tanıklık etmiş, hatta ve hatta o anı yaratmış olan bir ismin haberini yazma şansına eriştim.

Medyaspor'da yazdığım haberi direkt paylaşıyorum, arşivde kalsın... 

EFSANE TERCÜMAN KONUŞTU

Trabzonspor’un efsanevi ikiz futbolcuları Arçil ve Şota’nın başrolünde olduğu bir video, senelerdir bordo mavili taraftarların ve diğer futbolseverlerin dilinde...

18 SENE ÖNCE...

Yıl 1994… Aylardan Kasım… Trabzonspor UEFA Kupası maçında 1-0’lık galibiyetin rövanşında kendi evinde Aston Villa ile karşılaşacaktır. Trabzonlu taraftarların gözbebeği Şota ve ikizi Arçil ise o gün tribündedir. İşte o maçın devre arasında Arçil ve Şota ile yapılan bir röportaj, sonraki yıllarda unutulmazlar arasına girecektir…

TÜRKÇE'DEN TÜRKÇEYE TERCÜME

Trabzon yerel kanalı Kuzey TV’den bir muhabir, Arveladze kardeşlerle röportaj yapmaktadır; röportajın başkahramanı ise bizlere “tercüman” olarak yansıtılan bir Karadenizli’dir… Muhabir sorularını Türkçe sormakta, “tercüman” yine Türkçe olarak Şota ve Arçil’e aktarmakta, Arveladze kardeşler de çat pat Türkçeleriyle sorulara yanıt verdikten sonra bizim tercüman olarak bildiğimiz aracı, yine bu sözleri Türkçe olarak muhabire iletmektedir.

Türkçe’den Türkçe’ye yapılan bu “tercüme” izleyenleri hem güldürüyor hem de merakta bırakıyordur: Bu tercüme neyin nesidir?

İşte bu sorunun yanıtını tesadüfi bir şekilde öğrenme imkanı buldum ben de… İstanbul Üniversitesi İngilizce Mütercim Tercümanlık bölümünde okuduğum yıllarda ders konusu dahi olan bu tercümenin perde arkasını, arkadaşım Yiğit Gayretli’nin amcası olduğunu öğrendiğim o “tercümanın” kendi ağzından dinleme şansım oldu. Efsane tercümanın adı Alaattin Gayretli’ydi…



"GÜRCÜCE BİLMİYORUM"

O gün yaşananları anlatan Gayretli, öncelikle sosyal medya eşrafınca olayın “tercüman kepazeliği” olarak değerlendirilmesine itiraz ediyor. “Tercüman kepazeliği laflarını kabul etmiyorum” diyen Alaattin Gayretli, olayın perde arkasını aynen şöyle anlatıyor:

“Olayın öncesi şöyle; ben bu çocukları (Şota ve Arçil) Trabzon’a getirdiğim zamanlarda, ilk geldikleri günden itibaren beraberdik, önce otelde kaldılar, sonra eve geçtiklerinde her sıkıntılarında yanlarında oldum ben. Sürekli yardımcı oluyordum. Sonra çok kısa sürede Türkçe öğrenmeye başladılar fakat bana şunu söylerlerdi ‘Biz Türklerle konuştuğumuz zaman onların dediğini anlıyoruz ama bizim dediğimiz onlar anlıyor mu diye rahat değiliz, ama seninle daha iyi anlaşıyoruz, gözünle de baksan biz bunu hissederek anlayabiliyoruz’.



Durum böyleydi. Neyse olay gününü anlatalım. Bu çocuklar altı aylığına ülkelerine gittikten sonra Aston Villa maçında geri gelmişlerdi, o gün onlara statta bir tur attırdım, seyirciyle bütünleştiler. Daha sonra şeref tribününde oturduk, herkes tabii büyük ilgi gösteriyor, bütün taraftar sevgi gösterisinde bulunuyor falan. Onlar da çok mutlular zaten 21 yaşında çocuklardı o zaman daha. Devre arasında bir gazeteci arkadaş yaklaştı, televizyon muhabiri... Bana dedi ki ‘Alaattin abi çocuklarla bir röportaj yapabilir miyiz, Şota’yla Arçil’le?’ Ben de kendilerine sorayım dedim; döndüm sordum çocuklara, Şota da ‘Biz televizyoncularla şimdi anlaşamayız, sen bize yardımcı olursan yapalım.’ dedi.

Benim zaten Gürcücem yok. Gürcüce hiç bilmiyorum. Ama Türkçe’de çat pat, kalple de olsa çocuklarla anlaşıyorduk. Onların her söylediğini Türkler anlıyordu zaten ama çocuklarda acaba anlaşılıyor muyuz endişesi olduğu için beni devreye sokuyorlardı. Televizyon muhabiri de orada dikkat ederseniz mikrofonu hem bana tutuyor hem Şota’ya tutuyordu. Ben tercüman değildim, sadece cümleleri düzeltip yardımcı oluyordum ama muhabir tercümanmışım gibi davranıyordu, esas işin ince noktası da burası. Olay budur.”

ARÇİL DİYOR Kİ...

Meselenin aslında bir tercüme değil, sadece Arveladze kardeşlerin isteği doğrultusunda Türkçe’yi daha anlaşılır biçimde aktarma olduğunu söyleyen Alaattin Gayretli, akademik bir dil kullanmak gerekirse, aslında bir nevi "diliçi çeviri" yapmış. Yine de tüm samimiyetiyle durumu açıklayan Gayretli, söylenenlere son noktayı da kendisi koyuyor:

Ama kimse merak etmesin. Arçil aradı beni ve dedi ki ‘18 yıl sonra bunun ikincisini yılbaşında yapalım yine, o çok iyi olmuştu!’


İlgili maçta Trabzonsporluların açtığı pankart


1 Eylül 2012 Cumartesi

Bordo Mavi Bürümüş Gökyüzü...

Tam tarihini bilmiyorum fakat sözlerine bakılırsa (Dilime kolay 21 sene...) 2005 yılında yaptı Serkan Pehlivan (adı Serkan Pehilyan olarak da yazılıyor bazı yerlerde) isimli Trabzonsporlu rapçi "Bordo Mavi Bürümüş Gökyüzü" şarkısını. Trabzonspor'un Fenerbahçe maçında Cem Papila faciasını yaşadığı ve Levent Bıçakçı yönetimindeki TFF'nin 30 bin kişiyle protesto edildiği döneme denk geliyor olabilir tam anlamıyla bilemesek de...

Yine aynı yıl "Uyy Aha!" albümünde yenilenmiş versiyonu da yer alan bu şarkının orijinalini ilk defa bugün dinledim ve benim gibi haberdar olmayanlar için paylaşmak istedim. Değiştirilmiş halinde Gökdeniz, Fatih Tekke, Ziya Doğan gibi isimlerin adı geçiyorken şarkının orijinali günümüze ışık tutar vaziyette: şikeye, hırsızlara, futbolun girdiği tekele isyan var...

Sözlerini anladığım kadarıyla yazdım, çok önemli yerler var. Bir bölümü yapılan video nedeniyle sansüre maruz kalmış, muhtemelen o kısımlarda küfür var :) Hatalı yerleri dinleyenler düzeltirse sevinirim.

İşte o şarkı ve sözleri:





Bordo mavi bürümüş gökyüzü
Deli de ister, ister renk körü
Takma yıldız adama adamlık katmaz
Tek yıldız amiral, Trabzon’uma saygı duy
Tekme tokatı atarım adıma çıksa huy
Dilime kolay 21 sene
Az kaldı şampiyonluk hasretinden ölmeme
Rabbim aşkına ötmesin bu kuşlar
Şampiyon Trabzon kükre
Dut yesin bu baykuşlar bülbüle dönsün

Bordo mavi renksiz yaşamak anlamsız
Amansız bir hastalık bu tedavi gereksiz
Delilikse delilik kanıma işlemiş
Şampiyonluk görmemiş bu göz
Eceli görmüş çok mu iş
Tek ele toplanan bu futbolun amacı şampiyonluk adına konulu alenen ortalıkta görünen şikenin ürünü olarak "şampiyonluk" adına ambargo koymaksa, ettiğim küfürler ayıplanamaz, ayıplanmıyorsa…
Sonuna kadar,
ŞİKE YAP, ÖRT BAS ETSİN BASINI
Nereye kadar?
KENDİ PİSLİĞİNDE BOĞULACAKSIN, AZ KALDI
Karadeniz çırpındı dalga dalga
Farz oldu şampiyonluk
Arşı bordoya boyadım
Yeryüzünü de mavi
Canım çıksa alamazsın
VERMEM ŞEREFİMİ
ŞAMPİYON OLMASAK DA
ŞİKE YAPMAYIZ
SATMAYIZ
SATMAYIZ ŞEREFİMİZİ...
Bordo mavi kurduğum bu düş
Kanıma yansımış
Gözüme yansımış
Bordo mavi bürümüş gökyüzü
Kralı futbolun
Bordo mavi kurulalı
Bordo mavi yağmış yağmur o gün bugün


Şarkının Trabzonspor albümündeki hali ise şöyleydi: