9 Aralık 2013 Pazartesi

Bitti

Futboldan, futbolla ilgili yazı yazamayacak kadar soğudum.

Takriben ortaokuldan bu yana futbolla iç içeyim. Koyu Trabzonsporlu bir baba, iki erkek kardeş, amca ve dayıoğullarıyla beraber, hep erkeklerin arasında, biraz da onlara benzeyerek büyüdüm. Zaman içerisinde onların sohbetine o kadar alıştım, yaklaşımları o kadar aşina gelmeye başladı ki, bir aile toplantısı olduğunda kadınların yanında durmaktansa babamın dizinin dibinde, amcalarla bir yetişkin gibi konuşmayı tercih eder oldum. Çünkü onlarla konuşacak çok fazla şeyim vardı, onlara söyleyecek çok sözüm vardı. Futbol, hayatımdaki en önemli adam olan babamla daha fazla konuşabilme fırsatını vermişti bana. Onunla daha çok vakit geçirmeyi, onun beni daha fazla dinlemesini sağlıyordum futbola biraz daha yaklaştıkça. Onu daha çok dinleme, onu daha iyi anlama şansım oluyordu. O bana Trabzonspor’u anlatıyor, ben onun Trabzonspor’unu seviyor, biz Trabzonspor’a daha çok sarılıyorduk beraber. Nitekim ilk maçıma onun elini tutup gittim. İlk formam ondandı. Futbolu hayatıma bu kadar fazla katarken, en büyük destekçim oydu. Futbola dair bir meslek seçerken de öyle. Seçtikten sonra da… “Futbol asla sadece futbol değildir” sözü çok doğru olmakla beraber fazlasıyla da izafi. Futbol sadece futbol değildi benim için evet. Futbol, babasına hayran bir kız çocuğunun, onunla daha fazla vakit geçirebilmesini sağlayan bir araçtı aynı zamanda. Futbol bir yetişkin gibi kabul edilmekti. Bir kız çocuğu olarak erkeklerin oyunu olarak bellenmiş bu spora hakimiyetinle insanları şaşırttığın, farklılık yarattığın, hafızalara kazındığın bir şeydi futbol. Ortaokulda akran hemcinslerin şiir defterleri, günlükler tutarken, senin hafta hafta tüm detaylarını ve yorumlarını yazdığın maçlarla dolu Trabzonspor ajandan olmasıydı. Yazdığın her satıra bir parça bordo mavi katmaktı futbol. Mektuplar yazmaktı, marşlar yazmaktı, ona dair her şeyi içer gibi okumak, izlemekti. Takım ismi önemsiz olmak üzere, kadroları baştan aşağıya tek tek sayabilmekti. Bir kız çocuğu olarak, gazeteye en arka sayfalardan başlamaktı. Bu “erkek oyununda” bir karşı cins olarak kendini bulmak, varlığını sergilemek, tabuları yıkmaya çalışmaktı.

Lise bitti. 17 yaşındaydım. Bordomavi.net’le tanıştım. 17 yaşından bu yana geçen 8 senede futbol ve Trabzonspor namına ne varsa içinde oldum… Doydum… Ne yazık ki çok doydum…

Son aylarda farkına vardım bu durumun.

Aslında doyumum hep hobim olan futbolu işim olarak seçmemle başladı belki de. Tarih 2010’du. Trabzonspor şampiyonluğa koşuyordu. Ben uyanık olduğum her anı futbolla geçiriyordum, yoruluyordum. Ama şampiyonluğun heyecanı diri tutuyordu futbola olan ilgimi. 2011 Mayıs’ında içimde paramparça oldu bir şeyler. Çok canım acıdı. Fakat o acı, futbola bağlılığımı da ayakta tutan en önemli şeydi. Derken Temmuz geldi. Neler olduğunu herkes biliyor… Yeni bir umut, bir dirilme olabilirdi. Ne yazık ki süreç sonunda bu dirilmenin zerresini dahi bulamasak da, içi boşalmış adalet sözleriyle avutulmuş ve umudumuz yitmiş olsa da, o dönemde futbolla bağımı koparmamak için yepyeni bir fırsat çıkmıştı önüme… Şike… Peşine düşecektim. Günlerim, gecelerim, saatlerim artık hep onunla geçecekti. Geçti… 2 sene… Neredeyse tam mesai. Tapeler ilk çıktığında, tamamını okuyan çok sayılı kişilerden biriydim muhtemelen. Avukatlar, Sabah gazetesi editörleri, ben ve birkaç kişi daha belki. O kadar tapeyi başka çılgınların zaman ayırıp okuduğunu sanmam. Gecem gündüzüm futbolun kirli figüranlarının küfür kıyamet alçaklıklarını okumakla geçiyordu. Rastladığım her yeni pisliği sosyal medyada paylaşıyor, haberlerini yazıyor, herkesin olan biteni görmesine katkıda bulunmaya çalışıyordum. Haftalarca okudum. Sonra yazdım… Yazdım… Hep yazdım… Çakma futbolsever yazarlara da yazdım, yalancı yorumculara da, sahtekar otoritelere de yazdım, kirli siyasete de, tüm alçak kurumlara da… Hepsine yazdım. Hiç kimseyi, hiçbir kitleyi kayırmadan, sözümü esirgemeden yazdım. Tepki gördüm. Düşmanlar kazandım. Mesleğimde başka alanlarda devam etme şansımı zayıflattım. Ama umursamadım. Yazdım… Hep yazacak bir şeyler vardı. Hep bir alçaklık çıkıyordu önümüze… Yapılan her şike organizasyonuna destek vermeye çalıştım. Peşine düştüm. Yabancı basını takip ettim gün be gün. Tercümeler yaptım. Araştırmalar yaptım. Karşılaştırmalar yaptım. Gözden kaçanları fark etmeye çalıştım. Çabaladım. Yazdım… Yine yazdım… Sıkıldıkça, bunaldıkça yazdım. Unutmamaya ve unutturmamaya çalıştım kaybedilenleri… Mustafa abiyi yazdım sık sık. Bir gün duyulsun artık diye diye… Bir gün duyuldu… En mutlusu bendim… Devam ettim yazmaya… Sonra bambaşka bir fırsat çıktı karşıma. Beni futbola bağlayan son bir heyecan. Danimarka… Hazırlanan bir makale, bir davet, bir yolculuk, heyecanlı bir sunum… Birkaç ayım da böyle geçti işte… İlgi insanı diri tutuyordu. Egolarımızın mahkumlarıyız. İlgi var ya, insanı harbiden dipdiri tutuyordu. Teşekkürler, tebrikler anlamlıydı… Ama bir gün… Bir gün bitti…

Danimarka’dan döndüm. Tükenmiştim.

Tükendim.

Şu an futbola dair hiçbir şeyin anlamı yok gibi. Yeşil zemin görünce yüzümü buruşturuyorum. Önce Anadolu kulüplerinin maçlarını izlemeyi bırakmıştım, sonra İstanbul’un ve en son ona sıra geldi… Ne acı… Trabzonspor’un maçlarını dahi izleyemez oldum… Gününü, saatini şaşırır oldum, gollerine yeterince sevinemez, heyecanını duyamaz, mağlubiyetine yeterince üzülemez oldum. Soğudum… Buz gibi soğudum…

Belki bunca zamandır yaptıklarımızın yönetimler bazında ayaklar altına alınmasıydı bu soğuma evresine hız kazandıran, belki de gerçekten yılların yorgunluğu. Ama saçmalıyorum belki de… Şımarıkça bir şey de olabilir bu… Ömrünü futbola adayıp hala onun peşinde olanlara bakıp, “yılların yorgunluğu” demenin o kadar da mantıklı olmadığını görüyorum. Burası o kadar karanlık, bu oyun artık o kadar çirkin ki... Olmuyor. Sebeplerim çok. Evet biliyorum. Ama açıklayamıyorum… Belki karakterle alakalı bir şey bu. Bunca zaman zorladım, devam edemiyorum.

Bunun üstesinden gelebilir miyim, yeniden futbola ve Trabzonspor’a sarılabilir miyim bilmiyorum.

Şaka değil.

Tükendim.

Bitmiş hissediyorum.

Her şeyi bitirmiş hissediyorum… 

15 Ağustos 2013 Perşembe

1983... Hafızalardan Silinmeyecek Inter Zaferi...

Sene 1982-83 sezonunu Fenerbahçe’nin 2 puan gerisinde ikinci sırada tamamlayan Trabzonspor, bir sonraki sezon UEFA Kupası’nda mücadele etme hakkı kazanmıştır. Bordo mavililer bu kez çok zorlu bir rakiple eşleşmiştir: İtalyan devi Inter.

Trabzonspor’un Inter’le eşleşmesinin ardından Milliyet gazetesi Inter’i kampında ziyaret etmiş ve güzel röportajlar yapmış. Bu röportajlarda teknik direktör, defans oyuncuları Collovati ve Bergomi, (İtalyan milli takımının da vazgeçilmezlerinden, ayrıca o dönemde halen İtalyan ordusunda da askerler) ortak ağızla “rakibimizi tanımıyoruz, işimiz zor, inşallah şanssız bir yenilgi almayız” diyorlar…

Inter’in yeni transferi Ludo Coeck ise “Trabzon’da işimiz zor. Hele Liverpool’un maç kaybettiğini duyunca uykularım kaçıyor” ifadelerini kullanıyor kura sonrası…

Teknik direktör Gigi Radice “Bugüne kadar Trabzonspor’u hiç izlemedim. Ama kalecileri ve takım kaptanı Şenol’un sık sık ismini duyuyorum. Bazı futbolcularım da tanıyorlar.” derken, en dikkat çekici sözleri ise şu oluyor:



Inter idari menajeri Mazolla ise maçtan önce oldukça iddialı. “Trabzonspor galibiyetini Boğaz’da rakı içerek kutlayacak zamanımız var” diyor Mazolla. “Milli takımın ve Trabzonspor’un kalecisinden bahsediliyor ama bizde Müller ve Altobelli gibi futbolcuları sanırım anlatmaya gerek yok” ukalalığından da vazgeçmiyor. Inter takımının en çok tanıdığı ismin de Şenol Güneş olduğunu anlıyoruz bu açıklamalarla…

Inter Trabzon’a şu kafileyle geliyor: Zanga, Ferri, Pasinato, Bergomi, Baretti, Collovati, Bini, Coeck, Hans müller, Altobelli, Marini, Sabato, Racchi, Serena, Baggelossi, Muraro, Bernazani, Meazza.

Galibiyet halinde 250’şer bin lira primin dağıtılacağı maçı Başkan Mehmet Ali Yılmaz “Liverpool’a yaptığımız azizliğin Inter için de tekrarlanması mümkün”  şeklinde yorumluyor…

Inter'in 1983-84 kadrosu...






ÖZYAZICI: MAHCUP OLDUK 

Bu arada çok hoşuma giden bir detayı da paylaşmak istiyorum. Trabzonspor’un Inter’le eşleşmesinin ardından oynadığı Boluspor maçı sonrasında Ahmet Suat Özyazıcı’nın bir açıklaması var ki evlere şenlik… Trabzonspor o maçta rakibine 1-0 mağlup oluyor. Tribünlerde de Inter gözlemcisi var. Özyazıcı aynen şu cümleyi kuruyor: “Bu maçta bizi izlemeye gelen İtalyan Inter takımının gözlemcisine de mahcup olduk.”

Nihayet maç günü geliyor. Aynı gün Papa’nın Türk kuşatması için “O gün Viyana’da sadece Viyana değil, tüm Avrupa ve Hristiyan dünyası savunulmuştu” demesi de ayrı bir ironi olarak duruyor.
Trabzonspor maçı Tuncay Soyak’ın 88. Dakikasındaki muhteşem golüyle 1-0 kazanıyor… Bu, Türkiye'nin futbolda İtalyan takımlarına karşı aldığı ilk galibiyet oluyor. 


Maça dair TRT belgeseli: http://www.youtube.com/watch?v=wY-HJNp9sWA

Diğer temsilcilerden Fenerbahçe mağlup olmuş, Mersin ise berabere kalmıştır... 

Milliyet gazetesinde maçla ilgili şu yorum yapılıyor:

“Daha Türkiye liginde boy göstermeye başlayalı 10 yıl olmayan Trabzonspor,  Liverpool zaferinin bir tekrarını yaşatırken, gün geçtikçe karanlıklaşan Türk futboluna bir mum ışığı ferahlığı verdi.”

Fenerbahçeli spor yazarı Devrim Sağıroğlu: 

“Çünkü Trabzonsporlu hırslıdır, inançlıdır, her şeyin ötesinde çok da inatçıdır. Güç işlerin üstesinden gelmeye bayılır…”

“Bu aslında bir gol değil, “Olmazın, olmaz” olduğunun kanıtı. Karadenizlinin “olanaksızlığı” tanımadığının kanıtı… Trabzonspor gerçeğinin kanıtı…”

Teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı maç sonrası şu ifadeleri kullanıyor: “Inter gözümüzde büyüttüğümüz kadar değilmiş. Trabzonspor büyüklüğünü büyük  maçta gösterdi.”

Rövanş öncesi İtalyan gazetesindeki karikatürden:
Anneciğim! Türkler geliyor!
Inter hocası ise umutsuz: “Tur için umutsuzum. İtalya’da işimiz zor. 9 numaralı Hasan’ı çok beğendim. İtalya’ya düşünceli dönüyorum.”

Sıkıntılı bir lig başlangıcı yapınca peş peşe gelen Beşiktaş ve Inter maçları için “Önce sözlü, sonra yazılı” diyen Özyazıcı, iki galibiyetin ardından göğsünü gere gere konuşuyor o gece:  Sözlüyü de yazılıyı da verdim. Başka sınav var mı?

Golün sahibi Tuncay: “Bu moralle beni kimse durduramaz. Gol atacağımı biliyordum.

İtalyan gazeteleri de maçtan sonra Trabzonspor’un iyi bir takım olduğunu ve İtalyan liginde rahatlıkla orta sıralarda yer alabileceğini yazıyorlar.

RÖVANŞTA HAKEM REZALETİ

İlk Inter maçı öncesi gazetenin FB ve
Trabzonspor'a ayırdığı yer farkı...
İkinci maç öncesinde takım umutlu. Zor da olsa başarabiliriz düşüncesinde… Gazeteler Trabzonspor’a güveniyor. Gelgelelim büyük bir hakem rezaleti sonucunda Trabzonspor iki şaibeli golle turu kaybediyor… Ceza alanı dışında yapılan faule penaltı çalan hakem Inter’in 1-0 öne geçmesine vesile olurken, ikinci golde de kaleci Şenol Güneş’e atılan yumruk es geçiliyor ve maç 2-0 tamamlanıyor.

Maç sonrası Aydın Begiter şöyle yazıyor Hakem Rezaleti başlıklı yazısında: “Yıllardır futbol dünyasının içinde çok hakem rezaletlerine şahit olduk. Ama dün geceki “Elbisesi gibi, ruhu ve vicdanı bu kadar kara” olanını ilk defa gördük.

Şimdilerin Beşiktaşlı TV yorumcusu Kaya Çilingiroğlu’nun çok iyi bir Trabzonsporlu olan babası Prof. Dr Kaya Çilingiroğlu ise “Inter top oynamadı, tekme tokat attı” diyor.

Maçı yorumlayan teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı durumu şöyle özetliyor: “Bu ortamda maçı ve turu geçmemiz söz konusu değildi. Benim yapabileceğim sahadaydı, saha dışına ben karışamam…”

Şenol Güneş de bir sonraki gün yediği golü şöyle anlatıyor: “Hakemin yanlış kararları bizi yıktı. İkinci golü yemeden önce topa çıkmıştım. Sağ gözümün altına bir yumruk geldi, neye uğradığımı şaşırdım. O anda gol oldu.”

İtalyan basını da durumun farkında. Ertesi gün çok çarpıcı başlıklar var. Birkaç örnek:

Corriera Della Sera: “Inter Trabzon’u önce dövdü, sonra yendi.”
Corriera della Sport: “Hakem Inter’e yardım elini uzattı.”
Il Messagero: “Hakem Inter’in bütün sertliklerine göz yumdu.”

İtalyan milli takımı eski teknik direktörü Fabri: “Sanırım hakem bir hayli torpilli idi.”

Maçın ertesi günü Milliyet...

"GAYE VASITAYI MEŞRU KILACAK..."

Maçtan iki gün sonra yine Prof. Dr. Kaya Çilingiroğlu’nun bir köşe yazısı var konuya dair. O günden bugünlere ışık tutan bir yazı adeta. Önemli bölümlerini paylaşmak isterim:

“Spor artık bilinen anlamını kaybetmiş ulusların propagandasını yapan ve kişilere çıkar sağlayan bir OYUN olmuş. Herkesin gözleri önünde oynanan bu tiyatroyu durduracak güç de yok sanırım… Trabzonspor’un değil spor, hatta insanlık dışı sanırım bu konuda saldırılarla 30 bin kişinin gözleri önünde saf dışı kalışı bu konuda söylenecek başka bir şey bırakmadı. Trabzonspor’un dayak, evet dayak yedirile yedirile yendirilmesine mi, yoksa o temiz spor anlayışının yok edilişine mi üzülmek lazım. Herhalde sonuncuya üzülmek lazım. Makyevelizmin spora da büyük boyutlarda eriştiği bu ortamda maalesef gaye vasıtayı meşru kılacaktır”

Trabzonspor Avrupa’ya bir kez daha erken veda ediyor, ancak Türkiye’nin gururu olmaya da devam ediyordu. Bordo mavililer, 28 sene sonra aynı gün, bu kez Milano’da Inter’le karşılaşacak ve yine tek golle Inter’i devirmeyi başaracaktı. Tesadüf mü demeli, kader mi bilemiyorum…

PARAYA KARŞI TRABZONSPOR'UN SAVAŞI

O sezona geri dönecek olursak… Sezon öncesi bir haberde ligin en pahalı takımlarının sıralamasına denk geldim. İlk altı sırayı paylaşmışlardı. Değerlerine göre takım sıralaması şöyleydi:

Fenerbahçe 53,5 milyon,
Galatasaray 48 milyon,
Beşiktaş 42 milyon,
Denizlispor 27 milyon,
Sakaryaspor 25 milyon,
Ankaragücü 24 milyon

Yapılan yoruma göre Trabzonspor’un futbolcuları arasında 1 milyon değer biçilen bile yoktu. Tabii o zamanlar yapılan sözleşmelerdeki şaibeler, garip ödemeler ve vergi sistemi bilenlerin yorumlayacağı iş. Ancak Denizlispor, Sakaryaspor ve Ankaragücü kadar bile maddi değeri olmayan kulüp, o sezon yine şampiyon olmayı başaracaktı. Trabzonspor’un 2010-2011 öncesindeki son şampiyonluğu, o sezon gelecekti…



Yine aynı yılın önemli haberlerinden biri de Ali Kemal’in sezon başlamadan önce 10 Ağustos 1983 tarihinde, Beşiktaş ile Trabzonspor’un karşılaştığı bir jübile maçıyla futbol hayatına veda etmesiydi. Futbola İskefiyespor’da başlayan Ali Kemal, Trabzonspor’dan sonra Fenerbahçe’ye transfer olmuş ancak orada istediğini bulamamış, 30 yaşında Beşitaş’a transfer olduktan sonra siyah beyazlıların uzun yıllar süren şampiyonluk hasretine son vermesinde büyük rol oynamış ve nihayetinde 10 dakikasında sahada olduğu bir jübile maçıyla fırtınalı kariyerine son vermişti. Türk futbolunun gördüğü en büyük oyunculardan biri olan Ali Kemal’in jübile maçı, Trabzonspor’un 2-1 üstünlüğüyle son bulacaktı…

O jübile maçı öncesine, sonrasına ve Inter maçı öncesindeki Beşiktaş maçına dair birkaç karikatür ve yorum...


Ahmet Suat Özyazıcı'nın anlamlı isyanı...


Trabzonspor, Beşiktaş'ı jübile maçından sonra ligde de mağlup etmeyi başarıyor. 10 Eylül 1983


"Dört büyük" denilen kulüplerde tek Türk teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı'dır o sezon...
Trabzonspor maçındaki bu karedeki Beşiktaşlı kim sizce? Ben söyleyeyim: Ziya Doğan. O maç bir de kırmızı kart görmüş...
:)
Trajik...
En komik yasak...

15 NİSAN 1984 



1984-84 sezonundaki FK Dnipro maçları da bir sonraki yazıya...

13 Ağustos 2013 Salı

1982... Alman Panzerlerine Boyun Eğiş

Trabzonspor'un Avrupa serüvenine dair gazete arşivlerinde kalmış detayları paylaşmaya devam edelim...

Son olarak Polonya temsilcisi Szombierki Bytom'a elenişimizi anlatmıştık. Takip eden yılda Dinamo Kiev'le mücadele ettiğimiz tura dair de zaten daha önceden yazmıştım. Dolayısıyla 1982-83 sezonuna geldik. Bu kez Trabzonspor'un rakibi bir Alman takımıydı: Kaiserslautern.

15 Eylül 1982'de, deplasmanda oynanacak ilk maç öncesinde Trabzonspor teknik direktörü Ahmet Suat Özyazıcı taraftarlarına böyle moral veriyordu:


Gerçekçi ve açık sözlü Ahmet Suat hocanın bu sözleri boş değildi. Zira Trabzonspor ilk maçta rakibine 3-0 mağlup olarak az olan tur şansını imkansızlaştırıyordu. 2001-2002 senesinde teknik direktör olarak Trabzonspor'u çalıştıracak olan Hans-Peter Briegel de o maçta biri serbest vuruştan, diğeri penaltıdan olmak üzere iki gol kaydederek, gelecekteki takımına ağır darbe vuruyordu. Briegel'in ilk golünün güzelliğini de es geçmemek lazım...


Maçın özetinden de görüleceği üzere üçüncü gol öncesinde tribünler karışıyor, kaleci Şenol Güneş seyircileri yatıştırmaya çalışıyordu. Alman ve Türk seyirciler arasında çıkan olaylar tribünlerden stat dışına da yansıyor ve gazetelerin yazdığına göre hastanelere sedyelerle yaralı taşınıyordu. Ahmet Suat Özyazıcı ise yine bildiğimiz gibi dobraydı...



40 bin kişinin maçı izlediği Betzenberg Stadı'ndaki mağlubiyetin ardından rövanş maçı günü gelip çatıyordu.

Bu sırada dönemin büyük dolandırıcılarından Banker Kastelli yakalanıyor, Monako prensesi Grace Kelly geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybediyor, bu olay tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de büyük yankı buluyordu.

Velhasıl, 29 Eylül 1982 günü, 10 bin 655 biletli seyircinin karşısında iki takım sahaya çıkıyordu.

Maç öncesinde örnek futbolcu seçilen Şenol Güneş, Beden Terbiyesi Genel Müdür Yardımcısı Tolga Yağızatlı’nın elinden altın madalya alıyor, Futbol Federasyon ve Spor Toto Teşkilatı da yine oyuncuya birer gümüş kupa armağan ediyordu...

Fakat Trabzonspor'un maçtaki kaderi yine değişmiyor, 3-0'lık skor yineleniyor, Briegel yine takımının iki golünü atıyor ve bordo mavililer kupaya ilk turda veda ediyordu. Maçtan iki gün sonra gazetede çıkan kritik gerçekçiliği ve neredeyse bugün dahi güncelliğini korumasıyla dikkatleri çekiyordu... "3 gol yiyoruz, iyi oynadık diyoruz. Beş gol yiyoruz, şanssızlıktan yakınıyoruz..." 
x


İkinci maçın özetini de aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz. Bu maçlar sırasında dikkat çeken bir başka detay da şu: o dönem Özkan Sümer’in çalıştırdığı Galatasaray, Avrupa Kupalarında mücadele eden kulüpler arasında tur atlayan tek takım olmuş. Galatasaray, deplasmanda 2-1 mağlup ettiği Finlandiya ekibi Kuusysi’yle (Lahti) kendi evinde 1-1 berabere kalarak tur atlamış. Bir sonraki turda ise Austria Wien’e evinde 4-2 mağlup olarak, deplasmandaki 1-0’lık galibiyetine karşın elenmiş. Özkan Sümer'in tur atladıkları ikinci maç sırasında tam 50 sigara içtiği de yazılmış...


Bir sonraki yazı, meşhur Inter zaferi üzerine olacak... 

Görüşmek üzere diyelim... 

25 Haziran 2013 Salı

Kumral Bir Çocuğun Yaz Öyküsüydü Bu...



Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan…

Çok uzun süredir huzurlu uyumuyorsun. Seni rahatsız eden bir şeyler var. Gazeteler, internet, televizyon programları sana hüzünden başka bir şey vermiyor. Yorgunsun. Yıpratıldın. Bir mayıs gecesi uyudun ve hala kötü bir kabusun pençesindesin sanki. Çok sevmiştin. Çok istemiştin biliyorum. Aklın hala almıyor bana kalırsa. Bir ölü var ve onu gören yok. Ölü sensin. Ölü hepimiziz. Bunu hak etmemiştik biz…

Sömürüldün. İki senedir hep birileri bir şeyler söyledi. Kimi umut verdi, kimi törpüledi heyecanını. Kaybettin inancını. Bu memleket seni beni istemiyor burada… Sevilmiyorsun. Fazlalık gibi hissediyorsun kendini. Hepimiz öyle hissediyoruz. Haklısın. Çok yanlış anlaşıldık…

İçim sıkılıyor. Sandım ki beklediğim o haber geldiğinde havalara uçacağım. Çok sevineceğim. Yok… Hissettiğim tek şey yorgunluk ve hüzün… Biraz da rahatlamışlık hissi var. Geride bıraktıklarımıza bakınca, kederlenmeden edemiyorum. Neleri yasak etmişler bize… Neleri almışlar elimizden…

Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi…

Defalarca vazgeçmek istedin. Olmadı. Biliyorum. Çünkü ben de yaşadım. Hepimiz birbirimizin aynısıyız. 2 yıl önce ciğeri deşilmiş yüz binlerce insanız. Günde 8 saat uyku, 8 saat iş, üç öğün yemek, birkaç saat internet, 24 saat Trabzonspor… Senin için böyle. Benim için de. Biliyorum. Aynıyız seninle…

Hayatının bu kadar orta yerine yerleştirdiğin şey bir futbol takımı da olsa, senin için yaşayan, nefes alan bir organizma sanki. Nefesini kestiler. Kabullenemiyorsun. Sindiremiyoruz… Sindiremedik yani. Olmadı. En zoru da bu… Gözünün önünde duruyor her şey. Evet herkes de görüyor aslında ama yok sayıyor. Hiçbir şey yapamıyor gibi hissediyorsun. İçin sıkılıyor… Ağlıyorsun. Uğruna ağlamaktan utanmadığın tek şey Trabzonspor’un… Biliyorum. Benim de öyle…

Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Düşlüyorum bu kenti, son bir aşk gibi

Tersi olsaydı diye düşünüyorsun sık sık. Bu yaz öyküsü hüzünlü olmasaydı mesela. O mayıs gecesi uyumasaydın. Yıllardır hayal ettiğin gibi sokaklarda olsaydın, bayraklarla formalarla kornalarla şenlendirseydin şehrini… Nasıl olurdu sorusu kafanı kurcalıyor. Neden olmadı sorusuna gelince bir küfür daha savuruyorsun. Kurduğun düşe dönmek istiyorsun. Ama yitti görüntüler, kayboldular. Gerçek değillerdi. Gerçek olsalardı… Kim bilir…

Terk ediyorum bu kenti
Ah, ölüler gibi…

Düşlerin seni terk etti. Umudun da beraberinde. Ama sen hırçın ve inatçıydın. İnanmasan da “bir şeyler yaptım, mücadele ettim” diyebilmeliydin. En çok korktuğun şey yarın çocuklarına karşı boynunu eğmek olacaktı. O günler için savaştın. İnanmayacaksın belki ama, bu kez kazandın…

Senin zaferlerin hiçbir zaman coşkulu kahkahalarla gelmedi zaten. Hep sancılı, hep bol gözyaşlıydı geçmişin. Yine öyle oldu. Biliyorum. Ben de aynı yoldan geçtim. Dedim ya, biz birbirimizin aynısıyız. Aynasıyız…

Yürürken geride çok insan bıraktık. Mustafalar, Şerefler, Seferler, Bünyaminler, Serhatlar, Kazımlar…

Bir cephede omuz omuza mücadele eden askerler gibiydik. Çok kayıplar verdik. Aslında tam olarak kazanmış sayılır mıyız bilmiyorum o yüzden. Bakma emin konuştuğuma. Benim de içimde bir şeyler eksik hala. Kalbimizin bir diğerine göre daha güçlü olması bizi kazanan yapmamalıydı belki… Ya da uykulu gözlerimiz bir tırın altında karanlığa boğulunca kaybetmiş olmamalıydık… Biz bayrağın göndere çekildiğini izleyebildik, şanslıydık sadece. Esas kahramanlar onlardı. Bugün sen de en çok onları andın. Biliyorum…

Neyse kardeşim. Demem o ki, yolumuz bitmedi.

Ama inan ki kara göründü bu kez…

Biraz daha gayret. Biraz daha sabır. Az daha çaba…

Az kaldı…

Gözyaşlarını sakla…


30 Mayıs 2013 Perşembe

Inter Fatihinin Hocası Alper Boğuşlu

Kasım 2011

Inter fatihinin hocası Trabzonspor Kaleci Antrenörü Alper Boğuşlu, Medyaspor'a konuştu...

Trabzonspor – Inter maçı vesilesiyle çıktığımız Trabzon seyahatinin en önemli kısmı, Trabzonspor’un başarısının görünmez kahramanlarından biriyle yapacağımız röportajdı. Tolga Zengin gibi, Onur Recep Kıvrak gibi ligin sayılı kalecilerinin antrenörü; Alper Boğuşlu ile görüşecektik. Henüz 23 yaşında harikalar yaratan Onur’un yanı sıra, Trabzonspor’daki kariyeri sıkıntılı başlamış ve fakat inanılmaz bir dönüşümle şu anda ligin şüphesiz en formda kalecisi olmayı başarmış Tolga’nın hocasıyla yapacak olduğumuz görüşme, bordo mavililerin son yıllarda elde ettiği başarının sırlarını verecekti bize. Beklediğimiz gibi de oldu… Alper hocanın, sadece iyi bir antrenör değil, iyi de bir ağabey, öğretmen, akıl hocası olduğunu anladık… Şenol Güneş ile Alper Boğuşlu’nun bir arada olduğu yerde başarı sürpriz değildi gerçekten de…

Röportajda kendisiyle buluştuğumuzda ilk göze çarpan Alper hocanın şıklığı ve nezaketiydi. Inter maçının ertesi günüydü ve doğrusunu söylemek gerekirse aklıma gelen ilk şey, Alper hocanın “İtalyan karizması” fenomenini yerle bir ettiğiydi. Tavrı, sözleri ve düşün dünyasıyla çok daha fazlasını vaat ettiğini sohbetimiz sırasında anlayacaktık…

Röportaj dışında yaptığımız özel sohbette aktardığı anekdotlardan edindiğim şahsi kanaatimce, sıcak yaklaşımının yanı sıra, aynı zamanda çok da disiplinli bir hocaydı Alper Boğuşlu. Ortadaki net başarıya bakılırsa, zaten olması gereken de bu demek zor değil.

Alçakgönüllülüğü elden bırakmadan başarısını sindirebilmiş,  oyuncularına sahip çıkan, Trabzonspor kimliğini sırtlanmış bir hoca vardı işte karşımızda.

Stresi yüksek maça hazırlamak için, bazı kısımlarının altını özellikle çizdiği kitapları oyuncusuna hediye ederek okumasını isteyen Alper hocanın verdiği cevaplar da tam anlamıyla “kitap gibiydi”…

İşte sadece Trabzonsporluların değil, aynı zamanda tüm futbolseverlerin de bu vesileyle tanıması gereken Alper Boğuşlu ve onun “yolculuğu”…

YOLUM, YÜRÜDÜKÇE İNŞA OLUYOR”

Hocam öncelikle Alper Boğuşlu’nun futbolculuk geçmişini kısaca aktaralım okuyuculara. Şenol Güneş’ten sonra Trabzonspor kalesini devraldığınızı biliyoruz. Arkasından uzun yıllar Kocaelispor’da oynadınız. Futbolculuk yolculuğunuzu kısaca anlatabilir misiniz bizlere?

"Yolculuk" dediniz... Bu çok önemli bir kelime... Hep düşünürüm; hepimiz bir yolculukta olduğumuzu idrak edebilsek hayat ne kadar güzel olurdu. Futbolculuk da benim mesleğim yani "yolculuğumun yolu" oldu. "Meslek" de zaten "yolculuk edilen yol" demek...

Yalnız bu yolun bir özelliği var... Bu yol yürüdükçe inşa olunuyor... Yolumu nasıl inşa etmiş olduğumu görmek istediğimde ise yolun kendisinden daha çok, gözüm hep kıyılarına kayar...

Sonra fark ettim ressamın yaptığı bir yol resminde veya bir yol fotoğrafında da yola güzellik katan hep kıyıları. Eğer bir yolun güzel kıyıları yoksa yolun varlığı da anlamsızdır.

Anladım ki yolu sadece kendi yürümemiz için yapıyoruz ama kıyılarına, "çevremizdeki insanları düşünerek" daha fazla itina göstermeliyiz...

Yani şunu söylemek istiyorum... Evet benim mesleğim futbolculuk ve bu yolda yürüdüm, yürürken yolu inşa ettim ama insanlara mutluluk ve yaşama sevinci verecek kıyılar inşa etmeye daha çok dikkat ettim. Eğer şimdi yolculuğumu yolumun kıyılarına bakarak kısaca anlatırsam:

Adalet ve şefkatimi; vicdan çiçekleriyle ektim... İnsanlığa hizmet etmek için, serin gölgeler veren palmiyeler diktim, yorulan yaşlılar dinlensin,  parklar yaptım, çocuklar oynayabilsin...

Yol ise; Trabzonspor minik takımında başladım, yıldız, genç takımlarında oynadıktan sonra 1980 yılında Trabzonspor'da profesyonel oldum, 8 yıl buradaydım. 1 dönem Sebatspor'da, 1 dönem Göztepe'de, 1 dönem de Kayserispor'da kiralık oynadım. 1988 Ankara PTT, 1989 Kuşadası ve 1990’dan sonra 9 yıl Kocaelispor'da, son olarak da 1999 Adanademirspor'da  20 yıllık profesyonel kalecilik kariyerimi noktaladım...

2000 yılında Kocaelispor'da kaleci antrenörlüğüne başladım, Trabzonspor, Ankaraspor, G.Antepspor, İstanbulspor, Konyaspor, Ankaragücü, Gençlerbirliği ve Trabzonspor'da yeniden kaleci antrenörü olarak başladım, görevim devam ediyor...

Şimdi Şenol Güneş’le birlikte çalışıyorsunuz. İki eski kaleci, Trabzonspor’un başarısı için mücadele veriyorsunuz. Hep malum bir tartışma vardır; iki zıt noktada durur. Bir kısım kalecilerden iyi antrenör olmaz derken, diğerleri de oyunu daha iyi okuyabildiklerini ve bu işte başarılı olabileceklerini söylerler. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Aslında Şenol Güneş ve sizin başarınız bu sorunun cevabı da sayılabilir mi?

Çok tartışılan ve yumurtaların tokuşturulmasına kadar varabilen bir konu bu... Ben daha farklı bakıyorum... Biz oyunu okumaktan daha çok yazıyoruz... "Okumak" deyince bitmiş, yazılmış olanı okumak gibidir... Ve eğer bir oyun sürmekteyse, bitmediyse henüz onu istediğimiz şekilde yazabilme olanağına sahibiz demektir.  Rakibin oyununu okuyabilmek beceri ise, onun okumaya çalışacağı bir oyun yazabilmektir asıl büyük beceri. Bizim de bütün çalışmalarımız bu yönde.

“TOLGA İNANILMAZ, HAYRANLIK UYANDIRICI”

Türkiye’nin şüphesiz en formda, en sağlam kalesi Trabzonspor’a ait. Şimdi isterseniz tek tek onlardan bahsedelim. İlk olarak tabii ki Tolga Zengin var ki karşımızda, sanırım herkese örnek olabilecek bir hikaye onunki. Trabzonspor kalesine ilk geçtiği Galatasaray maçında, 4-0’lık talihsiz bir maç çıkarmış ve sonrasında da kariyeri pek istediği gibi gitmemişti. Uzun süre yedek bekledi. Hatta son bir buçuk-iki senesinde, 22 yaşında genç bir kalecinin, Onur’un yedeğiydi. Ama Tolga bu süreçte inanılmaz bir gelişim gösterdi ve geçen yıl kaleyi devraldığından beri herkesi kendisine hayran bırakıyor. Böylesi keskin bir değişimin sebebi neydi, nasıl oldu?

Sadece Tolga'da değil öğrencilerimin hepsinde "inanılmaz-hayranlık uyandırıcı" diye nitelendirilen gelişimler görülebilir. Ancak; dışarıdan "inanılmaz"  olarak görülebilen gelişmeler hem benim hem de öğrencilerim açısından çok doğal görülüyor.

Hatta, yapabileceklerimizi hem çeşitli sebeplerle istediğimiz gibi yapamadık hem de yapabileceklerimizin henüz başındayız. Önümüzde uzun ve üç kulvarlı bir maraton var... Bir de Türkiyemize, Trabzonsporumuza karşı sorumluluklarımız... Tolga'nın üzerinden konuştuğumuz niteliklere bütün takım olarak sahip olduğumuzu ortaya koymamız lazım.

Tolga’nın durumuna özgüven farkı da denebilir mi?

Oyuncunun özgüveni potansiyelidir, gizildir... Bunu görebilmemiz ancak oyun esnasında olanaklıdır. Oynanan oyun da yürünen yol gibidir. Özgüveni arttırabilir... Ancak; biz öncelikle yaptığımız çalışmalarla ve verdiğimiz emekle özgüvenimizi kazanırız. Bir hata ile veya yenilen goller ile özgüven kaybedenler; aslında yeteri kadar çalışmadıklarını ve gereken emeği harcamadıklarını bildiklerinden, oyuna tam anlamıyla kendilerini veremez ve bu duruma düşerler.

Evet; Tolga'da bir özgüven farkını görebilirsiniz... Bence bunun sebebi hiç yılmadan çalışması, üstün bir emek harcamasıdır. Ama özgüveni olmasaydı, sizin söylediğiniz olaylardan sonra bu kadar inançlı çalışabilir miydi?

“ONUR GİBİ SAĞLAM KARAKTERLİ OYUNCULAR…”

Haklısınız hocam. Az önce Tolga ve Onur’un arasındaki yaş farkından bahsettik. Euro 2012 grubunda Belçika’yı 3-2 mağlup ettiğimiz maçtan sonra, iki talihsiz gol yiyen Onur’un üstüne çok gidilmişti. Ben o zaman Tolga’nın bir röportajını hatırlarım. Müthiş bir heyecan ve biraz da öfkeyle Onur’u eleştirenlere cevap veriyordu. Çok genç olduğunu, ona sahip çıkılması gerektiğini söylerken o kızgın halinden, nasıl samimiyetle Onur’u desteklediğini anlamıştım. Zaten maçlarda da yedek kulübesinde her halinden Tolga’nın çok olgun ve egolarından sıyrılmış olduğunu görebiliyorduk. Sağlam bir karakter istiyor bu durum. Siz, ikisi arasındaki bu diyaloga yakın şahit olanlardansınız. Bu durum için ne diyeceksiniz? Tolga’nın yükselişinde, bu tavrının ne kadar etkisi var sizce?

Bir başka röportajımda söylemiştim: "Tolga önce Tolga,  sonra kaleci" diye... Siz de aynı noktaya parmak bastınız... Hepimiz bunu çok iyi anlamalıyız diye düşünüyorum.

Peki o zaman sözü gelmişken Onur’dan devam edelim hocam. Henüz 23 yaşında, gencecik bir kaleci. Trabzonspor’un uzun süredir yaşadığı kaleci sorununu çözen isim. Sakatlığını atlattı, ama Tolga da çok formda. Şu an Onur’un form durumu nedir? Oynayamaması onu etkiler mi sizce?

Onur, her zaman Trabzonspor'un kaleciliğini taşıyabilecek karakterde ve formdadır. Evet, yaşı çok genç ve önünde başarılarla dolu bir kalecilik yaşamı uzanıyor... Yani inşa edeceği yol epey uzun... Eminim kendisi de kıyılara gereken önemi verecektir. Onur gibi sağlam karakterli oyuncular oynamamaktan etkilenseler bile bu olumlu yönde olur.

“HOCALARI OLMAKTAN DOLAYI MUTLUYUM”

Zeki Ayvaz ve Bora Sevim var bir de hocam. Forma şansı bulamayan oyuncular. Zeki daha çok genç zaten altyapıdan çıkan bir oyuncu. Onun geleceğini nasıl görüyorsunuz? Kaleyi devralabilecekler mi ileride?

Bu kendilerine ve çalışmalarına bağlı, tabii ki haklarını er yada geç alacaklar ve layık oldukları yerlere gelecekler... Her iyi kalecinin geçmişinde yedek kalmalar veya kadroya girememeler olmuştur. Tolga ve Onur'un bulunduğu bir ekibin elemanı olmak onlar için de büyük bir fırsat. Ben de böyle karakteri sağlam ve yetenekli dört kalecinin hocası olmaktan dolayı çok mutluyum.

Hocam kalecilik en zor mevkii diyebiliriz futbolda herhalde. 90 dakika harika bir maç çıkarıp, son saniye kötü bir gol yeseniz tek suçlu siz olursunuz. İşin psikolojik tarafı epey ağır. Siz kalecilerinizi maça hazırlamak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Sadece taktiksel ya da fiziksel değil de, mental olarak yaptığınız hazırlıklar nelerdir?

Mental demek aslında tam olarak "zihinsel ya da akli" demektir. Sadece mental hazırlıklar yeterli olmaz... Kupkuru kalır ve istenilenin aksi sonuçlar verir. Tabii ki ders niteliğinde konuşmalarım da olur. Ama biz ekip olarak sohbetler yaparız... Gönül bağımızı güçlendiririz... Birbirimize ne kadar güvendiğimizi sözlerimizden çok bu muhabbetlerimizde, dostluklarımızda görürüz.

KAPASİTEMİZİN ÇOK ALTINDAYIZ”

Biraz ligdeki gidişattan bahsedelim hocam. Trabzonspor kadrosunda ciddi değişiklikler olmasına rağmen hem Şampiyonlar liginde hem de ligde yoluna başarıyla devam ediyor. Siz Trabzonspor’un genel performansıyla ilgili içeriden biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Kapasitemizin henüz çok altında olduğumuzu düşünüyorum. Kadromuzun yeniliğini ve uyum sürecini göz önüne alırsanız bana hak verirsiniz. Zamanla çok çok daha iyi olacağımızdan eminim... Bu arada taraftarımızın destek ve sabır göstermesi de bize şevk veriyor.

Bu noktada şunu soralım hocam: Belki de biraz ezberci bir tavırla Trabzon’a gelen oyuncuların önemli bir kısmı şehirde baskının yüksek olduğunu söyler. Siz buna katılıyor musunuz? Böyle küçük bir şehrin her şeyiyle futbola odaklanmış olması, futbolcunun aklını da sürekli futbolda tutmaz mı bir anlamda?

Sosyolojik ve kültürel bir tahlil yapmak gerekir. Böylece bir tartışmaya girmek istemem. Ancak, kısaca şunu söyleyebilirim ki; bazen olumlu olduğu gibi olumsuz da olabilir.

Tekrar lige dönersek; şike soruşturması bu sezon futbolu gölgede bıraktı diyebiliriz hocam. Bu süreç Trabzonspor’a nasıl yansıdı? Futbolcuların üzerinde olumlu-olumsuz bir etkisine şahit oldunuz mu?

Bütün Süper Lig takımlarını ve oyuncularını olumsuz etkileyen bir süreçten geçiyoruz. Ama biz işimize bakmalıyız... İyi futbol oynamak ve başarılı olmak zorundayız.

“TOLGA’YA DEĞİL, MİLLİ TAKIMA HAKSIZLIK”

Hocam Tolga’nın üstün performansından bahsettik. Milli takıma da davet edildi. Fakat son Hırvatistan maçlarının ilkinde 18 kişilik kadroda bile yer almaması çok eleştirildi. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Tolga’ya haksızlık edildiğini düşünüyor musunuz?

Tamamıyla böyle. Hatta "haksızlık" sözcüğünü kullanmak bile bence hafif kalır... Bu durum öncelikle de Milli takımımıza karşı yapılan bir haksızlıktı. Ama artık bu konuda fazla bir şey söylemek de istemiyorum. Üzücü sonuçlar da ortadayken konuşmak kolaycılık olur diye düşünüyorum.

BURAK’A KARŞI OYNAMAK…”

Kalecilerin dışında Trabzonspor’da bir de Burak Yılmaz gerçeği var. Eski bir kalecisiniz, kaleciler yetiştiriyorsunuz. Burak gibi bir oyuncuya karşı oynamak oldukça zor olurdu kaleci olarak herhalde, siz ne dersiniz? Burak’ın performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tolga'nın performansı için kullandığınız kelime Burak için de geçerli "inanılmaz-hayranlık verici". Burak'a karşı oynamak benim için de zor olurdu ama böyle bir yeteneğe karşı oynamak da bir şereftir...

“ŞENOL HOCANIN HER BAŞARIDA İMZASI VAR”

Burak’ın yükselişini Şenol Güneş mucizesi olarak gösterenlerin sayısı az değil. Sizce bu doğru mu? Burak’ın gelişim sürecinde gözünüze takılan, diğer oyunculara örnek gösterebileceğiniz bir nokta var mı?

Muhakkak böyledir. Aksini söyleyebilmek mümkün değil... Şenol Hocanın her başarımızın altında imzası var. Burada bulunuyor olmamızın da ana nedeni yine Şenol Hocamızdır. Biz de onun bize olan güvenini boşa çıkartmıyoruz.

Diğer oyunculara, öncelikle Burak'ın kendini geliştirmek için gösterdiği aşırı isteği, geçmişteki deneyimlerinden ders çıkarmasını, çok ve verimli çalışmasını ve asla vazgeçmemeyi seçmesini örnek gösterebiliriz...

Peki Şenol hocayla çalışmak nasıl bir duygu? Futbolculardan maksimum verim almasıyla biliniyor Şenol Güneş. Siz çalışmaların yakın tanığısınız. Bunun bir sırrı var mı? Şenol Güneş’in oyuncularıyla arasındaki iletişimin başarısındaki sır nedir?

Haklısınız; bu sırdır... Şenol Hocamın açıklamadığını açıklamak bana düşmez...

TRABZONSPOR’UN GELECEĞİ YANINDA…”

Hocam ileride teknik direktör olma gibi bir isteğiniz var mı? Şenol hoca sizi bu konuda telkin ediyor mu?

Prensip olarak; sadece işimi iyi yapmayı düşünürüm ve kaleci hocalığı yapmayı çok seviyorum. Şenol Hocamla yaptığımız konuşmalar da hep Trabzonspor'un geleceği üzerinedir. Kişisel geleceklerimiz, Trabzonspor'un geleceği yanında konu bile olamaz.

Genel yayın yönetmenimizle Hikmet Karaman, bir sohbetleri sırasında sizden bahsetmişler. Özellikle Hikmet hoca, sizi yere göğe sığdıramamış ve bizim sizinle röportaj yapmamız için de ısrarcı olmuştu. Siz kendisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Ve Türkiye’de hem teknik direktör olarak hem de kaleci antrenörü olarak beğendiğiniz isimler kimler?

Hikmet Hoca benim büyüğümdür, tarzımda izi olanlardandır, sağ olsun kendisini sever ve sayarım. Hakkımda söylediklerinden dolayı onurlandım...

Tabii ki Şenol Güneş başta olmak üzere Hikmet Karaman gibi beğendiğim birbirinden değerli Teknik Direktörlerimiz var. Ancak; bu hocalarımızı mukayese etmek veya sıralamak gibi bir takdirde bulunabilmek haddim değil.

“EN BEĞENDİKLERİM ÇALIŞTIĞIM KALECİLER”

Türkiye’de ve dünyada kalecilik tekniğini beğendiğiniz diğer kaleciler kimler?

Bu sorunuzu düşünmeden ve uzaklara gitmeden, çalıştığım kaleciler diye yanıtlayabilirim...

Türkiye’deki altyapı eksikliklerinin kaliteli kaleci çıkarmamıza da olumsuz etkileri malumdur. Sizin uzun vadede, altyapılara ilişkin fikirleriniz var mı? 70 milyonluk bir ülke olarak, hala stoper, ön libero ve kale gibi özellikle defansif mevkilerde yetenekten ziyade, mental yeterliliklerinde gerektiği pozisyonlarda bir türlü oyuncu yetiştiremiyoruz. Bunun sebepleri sizce nelerdir?

Sebepler çok açık ve basit bana göre, ilk ve en önemli neden; bu kadar az beden eğitimi dersinin olduğu bir müfredatla sporcu yetiştirme olasılığı çok zayıf diye başlayabiliriz...

Antrenörlükte sizce futbolculuktan gelen deneyim mi, yoksa kişinin kendisini geliştirebilmesi mi daha önemli?

Futbolculuktan gelen deneyim, kendini yetiştiren için avantaj ama önemli olan kendini yetiştirebilmek.

“KIYILARI UNUTMAYIN…”

Trabzonsporlulara iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Yolunuzu yürürken kıyılarını güzelleştirmeyi unutmayınız, arkanıza bakınca sadece kıyıları göreceksiniz. Örneğin, maç skorunu unutabilirsiniz ama Tolga'nın kendisine atılan ekmeği öpüp başına koymasını asla... İşte kıyılar böyle süsleniyor...


6 Mayıs 2013 Pazartesi

Mail Kampanyası


Önümüzdeki 10 gün Şike davasının uluslararası boyutu açısından hayati önem taşımaktadır.

Sizden ricamız aşağıdaki metni gönderebildiğiniz kadar sıklıkta aşağıdaki adreslere göndermeniz.

Bu gelişme ya bu Cuma ya da ondan sonraki Cuma gerçekleşecek onun için acele etmemiz şart.

Yurt dışında yaşayan ve imkanı olanların bildiği yabancı dillerde UEFA'yı arayıp kararın neden verilmediğini sormasını rica ediyorum.

Mailin Konu Kısmına : UEFA must give its verdict on Turkish Match Fixing Case yazın.

Gönderilecek ve cc olarak eklenecek adresler de aşağıda belirtilmiştir.


F.A.O. UEFA Discipline Committee Members
Mr. Michel Platini
Mr. Gianni Infantino

Despite millions of complaint letters, phone calls, faxes regarding the Turkish Match Fixing Scandal since the 3rf of July 2011, UEFA took no action up to this date.

To this date Pierre Cornu filed you a report regarding the match fixing case, Turkish court given its verdict and sentenced several people into imprisonment for fixing several games during the 2010-2011 season in Turkey.

Mr. Platini and Mr. Infantino warned Turkish authorities several times to act quickly during the process and not to wait for the court’s verdict but UEFA itself has not given its verdict yet.

Mr. Infantino and Mr. Platini told Turkish Prime Minister and other authorities during the UEFA Congress in Istanbul that the individuals can not be separated from their clubs and even gave examples of UEFA’s past actions taken on such matters.

They both also warned Turkish Football Federation not to change the discipline codes during the progress of the case, but Turkish Footbal Federation not only changed the Discipline Code 58, but also invented a solution to save match fixers : ‘ NOT REFLECTED ON TO THE PITCH’.

The Professional Football Discipline Committee banned two vice president of Fenerbahce FC, board members of Fenerbahce FC and players they committed the crime with, but did not penalise Fenerbahce FC, the club that won the championship by help of these fixed games, for that season.

The biggest match fixing scandal ever was all over the media around the world since the very first day, but UEFA is yet to make a decision and take an action against this crime despite UEFA’s very own statement below :
On Friday 22 June 2012, the UEFA Control and Disciplinary Body issued a decision saying; ‘’For the time being, therefore, Fenerbahçe may participate in the UEFA competition for which they are eligible, pending a final decision of the UEFA disciplinary body on the matter.’’


There are rumours in Turkey and Europe that UEFA was bribed not to take an action against Fenerbahce FC, and Yapi Kredi Bank sponsoring the UEFA was a part of this bribery, which is owned by Fenerbahce FC’s ex vice president.
We have sent letter, faxes and match fixing reports to UEFA, FIFA, EU Parliament, Sport Ministers of Europe, All Media Associations, filed a report to Fifa’s Match Fixing Hot Line and Finally hannded in a detailed match fixinf report to Mr. Jerome Valcke in person during his visit to Istanbul.

Some of the newspapers covered the story were, The Times, The Washington Post, Die Zeit, Sueddeutsche, Tages Woche and thousands of web sites, local papers and media organisations covered the story too.

Turkish fans seeking justice organised protest in front of UEFA’s headquarters, FIFA’s headquarters and have been ptotesting UEFA and TFF all around Europe and

WE WILL NOT STOP UNTIL THE JUSTICE IS MAINTAINED AND WILL CONTINUE TO PROTEST UEFA WHO SHOULD HAVE GIVEN A VERDICT BY NOW.
Therefore, We demand Justive and request you to take responsibility and act as you are obliged to, because you are head of football and you have to act like it.

Finally we are asking all of you ; ‘Where is ZERO TOLERANCE?’

Best regards,

Adınız Soyadınız



E-Mail Adresses:
michel.platini@uefa.ch ; gianni.infantino@uefa.ch ; alasdair.bell@uefa.ch ;thomas.giordano@uefa.ch ; william.gaillard@uefa.ch ;notfromhere34@hotmail.com ; marios.lefkaritis@uefa.ch ; info@uefa.com ; contact@uefa.com ; discipline@uefa.ch ; media@uefa.ch ;uefadirect@uefa.ch ; giancarlo.abete@uefa.ch ; thomas.partl@schule.at ; jacques.antenen@vd.ch ; joel.wolff@football.lu ;repka@fotbal.czjmsh@dbu.dk ; hans-eberhard.lorenz@swfv.de

cc Adresses :
chris.eaton@fifa.org ; congressmedia@fifa.org ; contact@fifa.org ; datainfo@fifa.org ; delia.fischer@fifa.org ; federico.addiechi@fifa.org ;finance@fifa.org ; football.turf@fifa.org ; glt@fifa.org ; hidenori.arai@fifa.org ; jim.brown@fifa.org ; jiri.dvorak@fifa.org ; marion.mayer-vorfelder@fifa.org ; markrequests@fifa.org ; markus.kattner@fifa.org ; media@fifa.org ; mediachannel@fifa.org ; niclas.ericson@fifa.org ;nicolas.evans@fifa.org ; nicolas.maingot@fifa.org ; paul.calder@fifa.org ; secretarygeneraloffice@fifa.org ; stephanie.markwalder@fifa.org ;

Vicdanlarınızı Kimlere Pazarladınız?

Sağa sola yalpalamadan, edebiyat yapmadan, direkt ve tek tek soruyorum Trabzonlu ve Trabzonsporlu olduğunu söyleyenlere.

“Onur ve direniş” kavramlarını şike yapmış bir kulübe, başkanına ve o başkanı savunan taraftarlarına yakıştıran, Trabzonspor’un hak arayışını küçümseyen, şike soruşturmasını cemaate bağlayan, bunun bir Fenerbahçe’yi bitirme kampanyası olduğunu söyleyen, bunu yaparken iktidarı hedef gösteren ve “Şimdi fenerli olmak vardı anasını satayım” diyen Nihat Genç, yasa değiştirilip şikecilerin işi kolaylaştırılırken, Başbakan tarafından bu işi temizlemesi için TFF başkanlığına Demirören atanırken, Başbakan “Kişilerle kurumlar ayrılmalı” diyerek Fenerbahçe’yi kurtarmanın işaretini verirken, iktidar ve muhalefet dört koldan Fenerbahçe’yi kollarken neredeydi?

İktidara muhalefet edeceğim derken, bir anda onlarla paralel düşen Nihat Genç şimdi ne düşünüyor, ne hissediyor?

"Sıra şikeye gelirse ve yargılanır ve hükmü verilirse, kalkar Fenerbahçe’den onun da hesabını hepimiz sorarız" diyen Nihat Genç, mahkeme kararları ortadayken hesap sormak için Yargıtay kararını mı bekliyor?

Trabzon’un aydını denilen insanların bu kadar kör davranması yaralayıcı değil midir? 

Nihat Genç’i Maçka’da bırakıp İzmir’e dönüyorum.

Defalarca Trabzonsporlu olduğunu söyleyen ve bununla “övünen” Yılmaz Özdil, “Trabzon’a mektup” yazısında söz ettiği üzere “ince ayarlar” sonucu Trabzonspor’a “verileceğini” ima ettiği kupanın hala Fenerbahçe’nin müzesinde durmasını, eleştirdiği iktidarın ve siyasilerin yukarıda belirttiğimiz eylemleri üzere kupayı sahibine teslim etmek değil, hırsızının elinde tutmak için çabalamasını nasıl yorumluyor?

“Trabzonspor’un siyasi sadakaya ihtiyacı yok. Trabzonspor denilen kavram, TOKİ binası değildir, anıt’tır... Almayın o kupayı!” diyen Yılmaz Özdil’e göre Fenerbahçe bir Toki binası olabilir mi? Özdil, “Verin o kupayı!” diye bir yazı yazar mı şike yaptığı mahkeme kararıyla kesinleşen ve iktidarca kurtarılan Fenerbahçe için?

Ülkenin aydın yazarı denilen insanların bu kadar çelişki içinde olması yaralayıcı değil midir? 

Özdil’i İzmir’de terk edip yeniden Trabzon’a dönüyorum.

Trabzonspor “onursal başkanı” Mehmet Ali Yılmaz, kulübü açık açık gasp edilirken, “cılız” olarak nitelediği seslerin “Bize yardım et, önümüze geç” demesini beklemek dışında ne yapmıştır? Kendi gazetesi mücadeleyi yaralayıcı her türlü eylemin içinde yer alırken, kurduğu televizyonda Trabzonsporlulara hakaret eden Fenerbahçeli holigan yazarlar yorumculuk yaparken, programlarda Trabzonspor adeta yerin dibine sokulurken ve şike mücadelesiyle alay edilirken yaptırım gücü elinde olan “Onursal başkan” neredeydi?

“Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım sizce masum mudur?” sorusuna “Şike yapmak başkanların işi değildir. Başkanlar şike yapamaz. Bize hiç kimse ’Maçı bize verin’ diyemez. Biz gidip de bunu futbolculara ya da teknik direktöre söyleyemeyiz... Futbolcular kendi aralarında yapabilir. Hocalar yapabilir, hakem tavlanır ters karar verebilir. Masör futbolcuya ’Kasın çok şişkin bugün dikkat et’ diyerek bile korkutabilir. Bir sürü psikolojik ve bizim göremeyeceğimiz hareket var. Maç öncesi yarım ekmeğin içine mis gibi kokan sucuğu koyarsın, futbolcuya da ’Biraz ye bir şey olmaz’ dersin, o da dayanamaz yer; sonra da maçta koşamaz. Bin çeşit numara var. Ama kulüp bazında şike yapmak zor; belge yakalamak da, inisiyatif kullanarak ’Bu böyledir’ demek de zor. İnsan vicdanıyla zorlanır” diyen “Onursal Başkan” ne demek istemiştir? Katıldığı radyo programında “Onursal Başkan ebenizin noktalarına kadar iner!” diyebilen onursal başkan, hangi noktada inisiyatif almış, tavır koymuştur?

Trabzonspor başkanı olmadan önce Fenerbahçeli olduğunu söyleyen sıfatı “Onursal”ların bu tavrı yaralayıcı değil midir? 

Trabzon’dan devam ediyorum…

Bir başka eski başkan Nuri Albayrak bu dönemde neler yapmıştır? “Ligden 3-5 takım düşerse Türk futbolu biter. Türkiye şampiyonlar ligine gitmezse Türk futbolu bitmez ama küme düşme futbolu bitirir. Başbakanımızın ‘küme düşme olmasın, kişiler cezalandırılsın’ sözüne katılıyorum” demek dışında Nuri Albayrak bu dönemde Trabzonspor’un hakkını savunmak adına ne söylemiştir? Ben yazayım. Nuri Albayrak demiştir ki “Trabzonspor da şike sürecinin içerisindedir. Ne konuşacak ne yapacak? Daha haklılığı ortaya çıkmadı. Mahkeme daha bitmedi. Süreç devam ediyor. Trabzonspor yöneticileri yargılanıyor kardeşim. Takipsizlik kararı verildi mi? Verilmedi. Bugün tutuklu olup, olmamakla değil. Belki Aziz Yıldırım da suçsuz çıkacaktır. Yani Aziz Yıldırım şu anda hapiste diye suçlu mu ilan ediyorsunuz onu? Hayır edemezsiniz. Kulübün menfaatine bir icraat yaptım ama şu anda yargılanıyorum. Onlar da kulüplerinin menfaatlerine bir şeyler yaptılar yargılanıyorlar. Ama suçlu mu değil mi mahkeme sonunda anlaşılacaktır.” Peki tüm bunları söyleyen, sıfatı kullanmaktan imtina ediyorum ama, “eski Trabzonspor başkanı” mahkeme kararı sonrasında görüş bildirmiş midir?

Trabzonspor başkanlık koltuğuna oturmuş bir insanın, kendi kulübünü, kendi camiasını, kendi taraftarını bu kadar aşağılaması da mı yaralayıcı değildir? 

Devam…

“İnce ayar çalışıyoruz Trabzonspor’un kupası için” diyen “Trabzonlu” Erdoğan Bayraktar bu sözü ettiğinden beri ne gibi ince ayarlar yapmıştır da Trabzonspor’un kupası hala şikecinin müzesinde durmaktadır? “Şehir artık geçmişle ilgilenmiyor, önümüze bakıyoruz” diyerek üzerini örtmeye çalıştıkları hırsızlık halk tabanında da meşru kabul edildi izlenimi vermeye çalışan sarı kırmızı bakan, Trabzonspor’a zarar vermek dışında ne gibi bir hizmette bulunmuştur?

Devam…

Trabzonsporlu olduğunu söyleyen ve sözleri hala hafızalarınızda olan AKP Milletvekili Oktay Saral “Trabzonspor da şike yapmıştır” derken kulübüne vereceği zararı hiç mi düşünmemiştir? Başbakan için insanları şükür namazına davet eden vekil, hangi milleti temsil etmektedir?

Devam…

Trabzonspor’a hem futbolcu hem de başkan olarak hizmet eden Faruk Özak, siyasi partisiyle zıt düşmemek için gösterdiği çabayı “Fenerbahçe’nin şike yaptığı tespit edildi” görüşünü desteklemek için neden göstermemiştir? Açık olalım. Verdiği hizmet ve geçmişini düşününce Trabzonsporluluğunu siyasi kimliğinin önünde görmeyi bekleyeceğimiz ve seçimler öncesi şimdilerde her maç tribünde gördüğümüz Özak, her yönüyle bu kadar güçlüyken ve 96’da aynı şekilde hakkı gasp edilmiş bir başkanken neden adalet için yeterince mücadele vermemiştir?

Devam…

Trabzon’daki birtakım taraftar grupları, şikeyi ve şikeciyi besleyen, suçlarını örtbas eden, sırtını sıvazlayan Başbakan ve iktidara verdiği desteğin kaçta kaçını Trabzonspor’un hakkını savunmak için vermiş, mücadeleye tuğla koymuştur?

Devam…

Bir kısım yerel basın ve Trabzonspor yazarları, esas hedefi kaçırarak bir kez olsun siyasetin “s”sini kalemine yansıtmadan sade suya tirit hak hukuk sloganları atarken ne kadar cesur, ne kadar samimi olduklarını zannetmektedir?

Trabzon yerel yönetimi, camianın ileri gelenleri, geçmiş yöneticiler, gelecekte yöneticiliğe aday olanlar, gücü ve sesi olan ama susan tüm Trabzonsporlular…

Bizim yüzümüze nasıl bakacaksınız?

Siz vicdanlarınızı kimlere pazarladınız? 

22 Nisan 2013 Pazartesi

"Biz O Gün Şampiyon Olmuştuk Mustafa Abi..."




Aslında hiç de sandığın gibi olmadı Mustafa abi.

O gün zayıf kalbini inciten beraberlik şampiyonluğumuzu engelleyememişti. Sanma ki o kusmukta boğulmuştu hak…

Son sözünün aksine, 27 sene sonra bu kez şampiyon olmuştuk biz.

Görmeliydin o sabahı. Devletin polisi katilini yakalamış, hakkın yerini bulacağı günlerin yakın olduğunu işaret etmişti. Sorgular, sualler, davalar ve nihayet adalet… Tanık olmalıydın Mustafa abi, ülken futboldaki pislikleri nasıl da kusuyordu dışarıya… O gün senin canını alanlar bir bir gidiyordu mahpus damının altına… Gazeteler boy boy “Hırsız” diyordu…

“Hak hırsızı”

“Can hırsızı…”

Sahiplenmediler hiç Mustafa abi, “Adalet” diye bağırdı herkes,

“Adalet bulsun yerini…”

Federasyon başkanı lanetledi yapılanları, “Her şey yeterli, gereğini yapacağız” dedi tereddütsüz.

Kulüpler Birliği sert bir açıklamayla “İçimizdeki pisliklerden kurtulacağız” dedi hemen ardından.

Spor hukukçuları “Bu bir dönüm noktasıdır futbolumuz adına, adalet için savaşacağız” dedi yüksek sesle.

Hele siyasiler… Sabahlara kadar kafa yordular temiz futbolu yutan bu bataklığı nasıl kuruturuz diye… Meclisteki tartışmaları dinlemeliydin. Vekillerin senin hakkını teslim etmek için cesurca gidiyordu suçluların üzerine. Yasa ağırlaştırılıyor, şikecilerle mücadelede siyasiler de ellerinden geleni yapıyordu.

Başbakan “Savcımız ve polisimizin gayretli çalışmaları sonrasında futbolumuzu kirleten ve milyonlarca samimi futbolseverin oyununa hile bulaştıran bu kişiler ve yaptıklarından fayda sağlayan kulüpler en ağır şekilde cezalandırılacaktır” diyordu gözünü kırpmadan.

O eleştirdiğimiz İstanbul basını bile uyanmıştı. Kardeşlerinin haklılığını yazıyordu gazeteler, kardeşlerinin haklılığını anlatıyordu tvler, kardeşlerinin haklılığını savunuyordu eleştirmenler, yorumcular…

Hiç beklemezdin değil mi?

Ama yalan yok, tam olarak böyle oldu işte…

Hele kupanın teslim edildiği o gün yok mu… Ah Mustafa abi… Şahit olabilseydin keşke…

Üstü açık bir otobüsle girdi takım Beşikdüzü’den kente… Vakfıkebir, Çarşıbaşı, Akçaabat derken saatlerce giremediler merkeze. On binlerce kişi sokaklardaydı. O sessiz, o yılgın şehir şahlanmıştı adeta. Hoparlörden tek tek futbolcuların isimleri anons ediliyor, on binlerce kişi yanıtlıyordu “Tolga… Onur… Colman…” diye. En son “Güneeşşş” diye bir ses yükseldi… Yıkıldı sanki o kent Mustafa abi; daracık sokaklardan, bitmeyen merdivenlerden, yorucu yokuşlardan süzülerek arşa değdi “Şenol” cevabı…

Yağmur yağıyordu yine… En sert sandığın Trabzon delikanlıları bile gizlemek zorunda kalmıyordu gözyaşlarını. Yağmur damlalarına karışan tuzlu gözyaşlarından güç alarak yükseliyordu tezahüratlar… Ellerindeki bordo mavi bayraklarla camlardan sarkan o çocukların yüzündeki sevinci görmeliydin. Senin gençlik kahkahaların vardı göz bebeklerinde sanki dersin… Görsen, hepsini kendin sanardın… Zaten hepsi sendi aslında; bu gözyaşları, bu çığlıklar, bu tezahüratlar biraz da senin içindi…

Şampiyonluk, ne güzel şeydi…

Bir rüya gerçeğe dönmüş, karanlık geceler tükenmiş ve aydınlığa koşmuştu kardeşlerin nihayet…

Anlatacak ne çok şey var daha… UEFA Şampiyonlar Ligi’ne Trabzonspor’u çağırıyor, Trabzonsporun seneler önce yaptığı gibi yine dize getiriyordu Inter’i, hem de İtalya’da. İnanabiliyor musun? Neyse, bunu da başka bir zaman yazarım sana…

“Biz o gün şampiyon olmuştuk Mustafa abi…”*

Yine bir 30. haftada. Yine bir 22 Nisan’da. Yine saat 20:00’de…

2011’den 2013’e geçen iki sene, senin yokluğun dışında Trabzonspor için o kadar iyi geçti ki…

Biliyoruz, ihmal ettik seni ziyareti… O kadar çok bekleyeni var ki kupanın senin gibi…

Geleceğiz ama söz, geleceğiz muhakkak mezarına. Kupa değecek toprağına…

Sen sakın yanlış anlama!

İşler gerçekten de yolunda…

Memleket o kadar da kötü bir yer değilmiş anlayacağın.

Ruhun şad, mekanın cennet olsun Mustafa abi…

Kalmasın gözün arkada…

Biz çok iyiyiz buralarda…

...

* "Biz o gün şampiyon olmuştuk Mustafa abi" sözü İlhan Özmen'e aittir. Biz rol çaldık... Candan teşekkürlerimle. 

18 Nisan 2013 Perşembe

"Şenol Güneş Şike Konuşmadı Yeaa..."

Sadece 15-20 dakikalık bir "Google" aramasıyla bulduğum sonuçları kaydetmek istiyorum buraya... Sadece 15-20 dakika. Aradaki boşlukları da siz doldurabilirsiniz. Örneğin maç sonu yaptığı konuşmaların hemen hiçbiri yok burada. Lig tv mikrofonlarına söylediği tarihi sözler yok...

"Şike konuşmadı" dediler, halbuki konuşuyordu. Konuştuğunda, "anca takım kazandığında konuşur" dediler bu kez. Sonra unuttukça unuttular ve nihayetinde yine "hiç konuşmadı"ya dönüş yaptık.

Kimisi ise onun bir holigan gibi konuşmasını bekledi. Oysaki Şenol Güneş bir öğretmendi ve sıfatına uygun şekilde konuşuyordu. Ders çıkarmaya çalışıyordu, uyarmaya çalışıyordu. Olabilen en net ve fakat en naif şekilde...

Zira bir sözünde söylediği gibi, "Napalım hocam kan mı dökelim" diyen bir kitle vardı karşısında ve onların sorumluluğu sırtındaydı...

Her neyse, lafı uzatmayayım. Sözü Şenol Güneş'e bırakayım. Tarihleriyle, tarihe not düşen adamı dinleyelim...


22 Temmuz 2011

Hiçbir başarı insandan önemli değildir. Sporu sevgi ve barış içinde adil bir oyun olarak görüyorum. Spor fair-play duygusu ile dostlukların ön planda tutularak yapılmalı. Kazanmak için hileye hurdaya başvurmak ne spora, ne ahlaka dayanır, ne de insanlığa yakışır. Bunun doğru bulmayan bütün kesimlerini bunu eyleme çevirmesini bekliyorum. Hak etmeyen oraya başka yollarla geldiği zaman herkesin içerisinde bir takım eksiklikler olur.

Herkes ortalığın temizlenmesini istiyor ama kendisinin değişmesini istemiyor. Bu mümkün değil, kendini değiştiren dünyayı değiştirir. Ama ben bugünkü gündeme bakarak, şudur, budur demek istemiyorum. Suçlu kim varsa, cezasını çekmeli bu gelecek nesiller için de önemli. Yoksa da haksızlık yapılmaması gerekir. Şüpheyle insanları karalamak, sonra da aklamak, doğru değil. Suç varsa herkes cezasını çekmeli bana göre sana göre suç olmaz. Aksi halde düzelmez.

O zaman her zaman olduğu gibi güçlüler haklı çıkar, güçsüzler de ezilir gider.

17 Ağustos 2011

Hak ettiğimiz şampiyonluğu alamadık ama nelerin olup bittiğini herkes görüyor.

Şüphe duymuyordum ama şuan şüphe duyuyorum ülkeyi yönetenlerden ve ülke futbolunu yönetenlerden.

TFF bu açıklamasından sonra bakalım ne yapacak çok merak ediyorum. Daha önce milli takım antrenörüyken mahkemelere gittiğimizde 'gidemezsin' diyenler, bugün mahkemelerden karar bekliyor.

Suç yokken suçlu arayanlar, suçlu varken suçluyu bulamıyor, böyle bir ülkede yaşıyoruz.

Ülkemizde ne futbolcular, ne antrenörler futbolda söz sahibi. Yani futbolun sahibi yok. Yöneticiler, gelip geçici olmasına rağmen bir çirkinlik olsa da 'kapatın gidelim' diyorlar. Böyle bir ülkenin, böyle bir ülkeyle futbol yarışını görüyoruz.

24 Ağustos 2011

Futbolda iyi kötü günlerimiz oldu ama böyle bir olayı ilk defa görüyorum. Çok üzüntülü ve sinirliyim. Uzun yıllarını futbola vermiş biri olarak, Türk futbolunun bitme noktasında olduğunu düşünüyorum. Çok kötü yönetildik ve yönetiliyoruz. Birbirimizle kavga etme adına ülke futbolunu batağa götürdük. Bundan hiç kimseni menfaati olamaz.

Suçu kovalayacağımıza birbirimizi kovaladık.

Bugünkü karar, Türk futbolunun ayıbı ve Türk futboluna vurulmuş önemli bir darbedir. Bir çözüm yolu bulunmalıydı. Suç varsa ortaya çıkarılmalıydı. Çok ihmal edildi.

Keşke benim futbol hayatım bitseydi de Türk futbolunu bu halde görmeseydim. Söylediklerimden dolayı alacağım ceza beni etkilemez ama bugünkü ceza Türk futbol camiasını bitirmiştir.

Bir kirlilik varsa, bu kirliliğe ortak olup olayı değiştiremiyorsanız, içinden çıkmanız gerekir.

Türkiye'de futbolun sahibi olmadığını söylediğimde kızanlar, bugün bunu görmüşlerdir. Söylediklerimi zaten anlayan ve dinleyen yok.

Bu şartlar altında yarın oynayacağımız maç da anlamını yitirdi. Trabzonspor'la ilgili dosya var diye haber yapıldı. Eğer varsa ortaya konulmalı ve cezalar verilmeli

Süreç kötü yönetildi. Her şeyde kararı Cumhurbaşkanı'na veya Başbakan'la görüştükten sonra alacaksak, evimizde yemek de yiyemeyiz.

29 Ağustos 2011

Adalet olmadan barışın olmayacağını, özgür ortam yaratılamayacağını unutmamalıyız. Birbirimizi değil, suçu yok etmeliyiz. Hak- hukuk kuralları dışına çıkmamalı, karşımızdakilere adil ve eşit muamele göstermeliyiz. Şüphelerle değil, güvenle yaşamalıyız. Bunun için bir araya gelmeliyiz.

Artık futbolun asıl sahiplerinin devreye girmelerini zamanı çoktan gelmiştir. Ortak akıl etrafında mutlaka buluşmalıyız. Aksi halde işin ehli olmayanlar söz sahibi olur ve bugünkünden çok daha kötü günler yaşarız.


21 Kasım 2011

Şampiyonlar Ligi'nin ne kadar önemli olduğunu herhalde biz olmadığımız zaman öğretmek istiyorlar.

Biz de olunca önemli olduğunu bir hatırlatmakta fayda var. Biz ülkeyi temsil ediyoruz. Sadece Trabzon'u yani bu kenti değil.

Bunları biraz hoşgörü anlayışla karşılamakla istiyorum. Hep biz anlayışlı olmak istiyoruz. Başkalarının da bizi anlamasını pek beklemiyorum.

28 yıl değil 56 yıldır bunu anlatıyoruz. Bunda anlaşamıyoruz.

16 Aralık 2011

Asbaşkanımızın dediği gibi belki de ödül almamız gerekirken adımızın geçmesi beni rahatsız ediyor bunu söyleyeyim.

İddianameyi okuduğum zaman ne kadar mağdur olduğumuzu görüyorum. Eğer onları yapmışsa FB, beni mağdur ettin ne yapayım ben yani.

Adaleti sağlayacak olan yetkililerdir. Kanunlar değildir, kanunları değiştirmek yerine düşüncelerimizi değişelim.

Ama yine de TS'a saldırıyorlar. Bu yanlışı anlamıyorum. Ne yanlışa ortak oluruz ne de doğruya yanlış deriz.
Başkanlarının Türk futboluna katkı yaptığını söyledim çok öncesinden, ama sonra ortaya bu olaylar çıktı, bunu ben yapmadım sonuçta o yaptı.

Fenerbahçe'nin bize haksız saldırıları olduğunu da söyleyeyim.

Sabırla inatla savaşmaya devam, teslim olmayı asla aklımızdan bile geçirmiyoruz. Hedefimiz ve hayallerimiz hala var.

ŞL'ye niye katıldınız diyen FBliler oldu. Bu konuşmalarını tasvip etmiyorum. Şikeyi biz çıkartmadık polis ve savcılar çıkarttı.

Türkiye şikeyle sarsıldı. Mağdurun en başı biziz.

Hükümet bocaladı. Kes koplaya yapıştırla kanun çıkartılmaz, uyuyor mu uymuyor mu bakmak lazım.
Düşme yasasının meclise geliş şekli herkesi rahatsız etti. Suçu kaldırmak için bu yasa çıkıyorsa zaten başından yanlış.

Söylüyorum hep adaleti kendinize göre kullanırsanız hep adaletsizlik çıkar ortaya.

26 Ocak 2012

Amatörlerin söz sahibi olduğu bir sürece gidiyoruz… Biz burada hain ve kahraman yaratmak için değil, fikir üretmek için varız.

Benim için esas önemli olan gelecek nesillere olan sorumluluğumuzdur. Bütün bu konuşmalarımızın çocuklarımızı ne kadar zehirlediğini biliyoruz.

Ben çocukken, gençken, futbolcuların serseri ahlaksız olduğu söyleniyordu. Bugün iftiharla şunu söylemek istiyorum, futbolcuların hepsi sevilen, sayılan, popüler insanlar, değer gören insanlar. Ama futbolda hala serserilik ve ahlaksızlık kılık değiştirdi, başka kılıfa girmiş gibi. Bu da beni utandırıyor.

Bizim sermayemiz paramız değil, itibarımızdır. Bunu kaybetmeyelim. Kaybetmemek için birlikte olalım. Ama maalesef şu anda işe para girince her şey kayboldu.

Futbol için para araç olmalı, amaç olmamalı. 

Federasyon para kazanan kuruluş değildir, futbolun gelişimine önem veren kurum olmalıdır.

Çocuklarımıza gelecek bırakacağız, doğru kararlar almamız lazım.

Ülkenin itibarını zedeliyoruz…

Kimse kafasını deve kuşu gibi kuma sokmasın, sorumluluktan kaçmasın.
  
Takım olarak kazanın ya da tek başınıza kaybedin.

24 Ekim 2012

Hangi karar verilirse verilsin, adalet zedelenmiştir, ben bunun uzun vadeli süreceğini düşünüyorum, adaletin sağlanmadığı yerde sağlık ve huzurun sağlanması mümkün değildir.

Haksızlığın hakim olduğu yerde güçler dengesi farklı işler. Her alanda etkilemiştir, şimdiki süreçle ilgili Trabzonspor'un kupası verilsin verilmesin. Bu basit bir şey. Biz aldık da haksız aldın dediler, bizde vicdanen rahatsız oluruz. Artık sevgiyle değil şüpheyle bakılıyor. Rekabet kavgayı daha da artırdı.
Federasyon kendi içinde aklanmadığı müddetçe bu işler düzelmez

7 Kasım 2012

Şike sürecinin mağduruyuz. Ama buna takılıp kalamayız. Yönetimimiz tüm yasal yolları kullanarak hakkımızı teslim alabilmek adına güçlerini seferber etmiş durumda.

19 Kasım 2012

Fenerbahçe maçı sonrası, Caner’in oyundan atılmasıyla ilgili:

“Bir hakemin bir oyuncuyu dışarıya atması gündem değiştiriyorsa, şike sorunu kenara atılıyorsa konuşmaya gerek yok. Aynı hakem geçen yıl beni dışarıya attı. Kimsenin haberi yok"

16 Nisan 2012 - A Haber

Şikenin üstü kapatılırsa 50 yıl geri gideriz. Hukukun gücüne değil gücün hukukuna inanıyorum Türkiye’de.
Kupayı istemek yerine, kurum şahıs kim bu suçu işlemişse cezasını çeksin diye bakıyorum.

Eğer UEFA bizi almışsa, Trabzonspor suçsuzdur.

Benim kulübüm de böyle bir şey yapmışsa, cezasını almalı. Aksi halde düzelmez.

Konuları kapatarak saklayarak kendimizi kandırırız. Şimdi “kapatılsın, kimse zarar görmesin” diye bir çaba var. Bu durumda devletin polisine yazık günah, Trabzonspor’a yazık günah.


3 Mayıs 2012

Maalesef son olaylara baktığınız zaman en sonunda Trabzonspor suçlanır duruma geldiğine göre bunlar da olabilir. Anadolu’da olmak, yıllardır milli paydan eksik alıp, geri kalmışlığa bırakılan sosyo ekonomik sıkıntısı olan kentten gelen bir kişi olarak söylüyorum ki; maalesef haksızlığa uğrayan bir kent durumuna düşürüldük. Onun için bunlar halledilmeden, futbolun bir oyun olarak oynanmasını doğru bulmuyorum.

Aykut Kocaman konusu üzerine; “Geçen sene aynı olayı bana yaptılar. Onun konuşması önemli değil. Onu konuşturan ve destekleyenler çok önemli. İsimlerini de verebilirim. Geçen sene verdim. Bir söz söylenmesi önemli değil, o sözün kamuoyunda oluşturulması, olgunlaştırılması ve toplum üzerinde kullanılması önemli. Yoksa hoca konuşur, pas geçersiniz.

Örneğin Akşam Gazetesi’nde yer alan haberde Manisaspor Kulübü Başkanı Kenan Yaralı Trabzonspor'un teşvik verdiğini söylüyor. Hikmet Karaman'ı aradım, sinirden köpürüyor, böyle bir şey olmadığını söylüyor. Ama yazı yazıldı, olay bitti. Böyle bir olaydan nasıl biz çözüm üreteceğiz. Hocanın ismini vermek istemiyorum, ne kadar sorumlu ve düzgün olduğunu medya mensupları yazıyor. Ama ben olsam o tarihten sonra lütfen derim, derdim. Trabzonspor maç sattı! Veya geçen hafta Fenerbahçe’den teşvik primi gelmedi de şimdi mi geldi? Öylemi söylemem gerekir benim. Bunu kim diyor? Yetkili, sorumlu adam diyor ve suçlayıp, çekip gidiyor. Sonra şehir olarak ben suçlanıyorum.

Kitleler de bana, ‘Hesap soralım. Adalet için kan mı dökelim?’ diyor. Ben ne diyeyim o taraftara, nasıl durdurayım onları. Durdurmak istiyorum.

Ama lütfen; bu insanlar, bu toplum aptal değil. Neler olduğu görüyor.

Lütfen rica ediyorum! Şampiyon olursunuz, olmazsınız, biz yıllarca olmadık. Ben en çok haksızlığa uğrayan kişiyim. İsim veriyorum. Kemal Kapulluoğlu ve Şekip Mosturoğlu döneminde benim milli takımdaki görevime son verildiği zaman, para önemli değil, aşağılandığım. Onurumla oynandığı dönemde 'yetimin hakkını yedirmedik' diye beyanat verdiren yönetim tarzını oluşturanlar onlardır, hukukçular olarak. Bugün de aynı adamlar devrede. Ben belgelerini vereyim isteyene. Hiçbir şey değişmez. Onları değiştiremeyeceğiz.
Ben diyorum ki futbol konuşmaya gerek yok.

Gelecek yılların kurtarılması için bu ligin buzdolabına konulup, elden geçirilmesi gerekiyor.

Görünmeyen büyük bir tehlike var. İngiltere’de şiddet olmuştu, şiddet görünüyordu. Kiminle konuşursanız konuşun kendi takımı tarafından yorumlayarak ve bunu gücünü kullanarak yapıyor. Hukuk da gücünü böyle kullanıyor, insanlar da. Güçlüyseniz haklısınız. Buradan çocukların geleceği karanlığa atılıyor. Ben çocuğuma; adaletli, düzgün ol, sana yapılan haksızlığa asla isyan etme. Bunlar geçer diyebilir miyim? Ben diyemem. Ben inanmıyorum ki, diyeceğim.

Herkes kendini ve kimin ne yaptığını biliyor.

18 Aralık 2012

Mesela 1461'i niye bizim grup dışına attılar kupada. Şike olur diye. Peki başka takımların diğer takımlara yakınlığı yok mu? Var. O zaman niye onlar için şüphe etmiyorsun. İşine gelen için şüphe et. İşine gelmeyen için şüphe etmiyorsun. Bu adaletsizlik var zaten bu ülkede. Onun için diyorum ki bunların halledilmesi gerekir. Bu şüphe ile baktığınız zaman işi çözemezsiniz. Biz 1461 ile beraber olduğumuz zaman şike mi yapacağız?
Ben yapabilir miyim? Mustafa hoca yapabilir mi? Mümkün değil ya ben hayatım boyunca leke alacağım şike yaparsam. Şurada antrenman maçı yaptığımız zaman bile kıran kırana oynuyoruz. Bunları yapanlar, bunları düşünenler olabilir ama biz değiliz. O biz değiliz. Ama Türkiye buna uygun değil. Türkiye'de henüz adalet o konuda sağlanamadı. Bu sağlanmadığı için de bu uzun yıllar devam edecek.

3 Temmuz sürecinden biz çok etkilendik. Ona girmek istemedim. Ben hiç işin içinde yoktum ama etkilendiğim doğru. Kulüp olarak etkilendiğimiz doğru. Halen daha kulüp, camia, takım etkileniyor. Konuşulması, speküle edilmesi, transfer birçok konu bununla bağlantılı. En büyük zararı gören takımız, bu yarış içinde kafa kafaya geldiğimiz için. Varsa ki adalet, hukuk öyle söylüyor. Zararı gören biziz. Yoksa o zaman başkaları zarara uğramıştır.

15 Ocak 2013

Polis, savcılar bir suç unsuru olduğunu söylüyor. Ben bilemem ne olduğunu. Bunu federasyon da kabul ediyor. Evet, şike yapıldı diyor Trabzonspor aleyhine. Yapıldıysa bana neden soruyorsunuz. Bana kupa ver ya da verme, o benim dışımda. Ama bir adaletsizlik var mı, gereğini yap. Yani ortada bir ölü varsa, bir katil varsa.. Katil yargılanır, cezasını görür, ölü de gömülür. Ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranılırsa, o sadece ölüyü ve toplumu değil, toplumu ilgilendirir.

Ben kupayı alabilirim, ben zengin olabilirim. Bütün Türkiye’nin servetini elde ettim, ama haksız elde ettim. Ben mutlu olamam. Senin gücün vardı ele geçirdin sen görürsün. Herkes bana kötü gözle bakacak. Eroin işi yaptınız, kadın işi yaptınız bir sürü kötü işler yaparak servetiniz oldu. Evinizin etrafını çevirirsiniz böyle, güvenlik çemberi koyarsınız öyle bir hayatınız olur. Ama bir de, hiçbir şeyiniz yok, zengin değilsiniz ama rahat gezebiliyorsunuz, yemeğinizi yiyebiliyorsunuz, mutlu olabiliyorsunuz. Haksızlık yaparak zengin olmuşsanız bu kötü. Ben haksız bir maç alıyorsam, bunun altında ezilirim. Hakem hata yaptı ve yendim. Ama ben oynadığım oyunla onu hak etmedim. O zaman ben de haksızlık yapmış olacağım.

Bana göre 50 yılda kapanmaz bu iş. Suçlamak bizi kurtarmaz. Trabzonspor’un kupa alması da kurtarmaz. Trabzonspor’a git o zaman Avrupa’ya demek de kurtarmaz. 2 sene oldu hala bunu konuşuyoruz ve cevap bulamıyoruz.