19 Nisan’da Van karşısında tökezleyen Trabzonspor’da 5 Mayıs akşamı
Abdullah o golü attığında Mardin’deki lojmanımızı “Trabzonspor” diye
inletmiştik kardeşimle beraber. Ben 8 yaşına girmek üzereydim, o ise 6.
Pek farkında değildik ama biliyorduk ki mühim bir geceydi o gece… Ama
beklediğimiz gibi neticelenmedi hiçbir şey. Maç sonu yüzü kireç gibi eve
gelen babamdan, odasına kapanmış hüngür hüngür ağlayan ağabeyimi
teselli etmesini isteyen annemin çabası boşa çıkacaktı. Teselli beklenen
baba, oğluna sarılıp onunla birlikte sarsıla sarsıla ağlayacaktı… Biz o
kocaman adamı ilk defa ağlarken görecektik…
***
30 Nisan günü Cem Papila’nın Fenerbahçe’ye hediye ettiği şampiyonluğun
hüznü yeni yeni geçmeye başlamıştı. Tarih 25 Haziran 2005’ti.
Cumartesiydi. Ailece evdeydik. Televizyonda zap yapan babamı, Karadeniz
kanallarından birinde Kazım Koyuncu’nun şarkısını duyunca durdurmuştum.
Dinlemeye başlamıştık. Dido çalıyordu… Çok geçmeden bir altyazı akmaya
başladı. Kazım Koyuncu, hayatını kaybetti diyordu… Kimseye göstermemeye
çalışarak ağlamaya başlamıştım. Neden bilmiyorum, utanıyordum… İlk önce
bir dizide şarkılarını dinleyip Karadeniz müziğine olan ön yargılarımı
yıkan, akabinde dergideki röportajıyla Trabzonspor’a dair yepyeni
tanımlar, yepyeni anlamlar, yepyeni yaklaşımlar kazanmamı sağlayan uzun
saçlı Trabzonsporlu Kazım Koyuncu’ya ağlıyordum. Babam gibi cesurca
değil, gizli gizli hıçkırıyordum…
***
22 Nisan gecesi 4000 kişinin işgal ettiği Eskişehir stadı deplasman
tribünü başı eğik Trabzonsporlularca terk edilirken, aynı anda İzmir’de
bir Trabzonsporlu amca üzüntüsünün tetiklediği kalbine yenik düşüyordu.
Tolga Zengin kırık burnuyla maça devam etmek isterken, canımızdan
korktuğumuz o tribündeki karmaşada ayağını kıran taraftar muhtemelen
geceyi alçıyla tamamlıyordu. 23 Nisan sabahı 6’da vardığım İstanbul’da
direkt olarak ofise çalışmaya gitmiş, uykusuz, mutsuz ve yorgun bir
halde günü tamamlamaya çalışmıştım. Tam bir ay sonra, yani 23 Mayıs 2011
sabahı ise bu kez, satılık şampiyonluğun para babası sahiplerinin
sevinç haberlerini hazırlıyordum. Canım yanıyordu. Geceyi nispeten metin
bir şekilde tamamladığım için kendime olan güvenim, o sabah bütünüyle
yıkılmıştı. Bu kez gizlemek yoktu. O bilgisayarın başında, patronumun ve
iş arkadaşlarımın karşısında, hiç çekinmeden, utanmadan, saklamadan
saatlerce ağlamıştım. Babam gibi olabilmiştim işte… Korkmuyordum.
***
Benim için Trabzonspor, babamın gözyaşı, Kazım Koyuncu’nun şarkısı,
Mustafa amcanın canı, 23 Mayıs sabahının ıstırabı demekti. Nisan’lardan
Mayıs’lara sarkan hıçkırıklar demekti. Maçtan dönerken bir tırın altında
yaşamları son bulan şampiyonluk yaşayamamış akranlarımın, asfalt
üzerine serilmiş bordo mavi cansız bedenleri demekti. Benim için
Trabzonspor, Mustafa amcaya ve Kazım Koyuncu’ya bekledikleri yeni
şampiyonlukları yaşatamadan; Serhat’a, Mesut’a, Bünyamin’e hayatlarında
bir kez olsun “Şampiyon” narası attıramadan hoşça kal demek zorunda
kalmış bir adaletsizlikler zinciri kurbanı demekti. Trabzonspor,
babaların ve evlatların gözyaşları, kahırlı gecelerin yorgun
sabahlarıydı…
Babamın gözyaşını akıtanları, Kazım’ın şampiyonluk şarkılarını yarım
bırakanları, Mustafa amcanın canını alanları ve kardeşlerim hayattayken
mutluluklarını çalanları unutmayacağım… Bu gaddarları ve onların
kollayıcılarını unutursam, Trabzonspor’umu kaybettim demektir…
Trabzonspor’unu kaybetmişlerden olmamak için…
Unutmayacağım…
Unutmayacaksın…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder