11 Kasım 2012 Pazar

Unutmayacağım... Unutmayacaksın...

19 Nisan’da Van karşısında tökezleyen Trabzonspor’da 5 Mayıs akşamı Abdullah o golü attığında Mardin’deki lojmanımızı “Trabzonspor” diye inletmiştik kardeşimle beraber. Ben 8 yaşına girmek üzereydim, o ise 6. Pek farkında değildik ama biliyorduk ki mühim bir geceydi o gece… Ama beklediğimiz gibi neticelenmedi hiçbir şey. Maç sonu yüzü kireç gibi eve gelen babamdan, odasına kapanmış hüngür hüngür ağlayan ağabeyimi teselli etmesini isteyen annemin çabası boşa çıkacaktı. Teselli beklenen baba, oğluna sarılıp onunla birlikte sarsıla sarsıla ağlayacaktı… Biz o kocaman adamı ilk defa ağlarken görecektik…

***

30 Nisan günü Cem Papila’nın Fenerbahçe’ye hediye ettiği şampiyonluğun hüznü yeni yeni geçmeye başlamıştı. Tarih 25 Haziran 2005’ti. Cumartesiydi. Ailece evdeydik. Televizyonda zap yapan babamı, Karadeniz kanallarından birinde Kazım Koyuncu’nun şarkısını duyunca durdurmuştum. Dinlemeye başlamıştık. Dido çalıyordu… Çok geçmeden bir altyazı akmaya başladı. Kazım Koyuncu, hayatını kaybetti diyordu… Kimseye göstermemeye çalışarak ağlamaya başlamıştım. Neden bilmiyorum, utanıyordum… İlk önce bir dizide şarkılarını dinleyip Karadeniz müziğine olan ön yargılarımı yıkan, akabinde dergideki röportajıyla Trabzonspor’a dair yepyeni tanımlar, yepyeni anlamlar, yepyeni yaklaşımlar kazanmamı sağlayan uzun saçlı Trabzonsporlu Kazım Koyuncu’ya ağlıyordum. Babam gibi cesurca değil, gizli gizli hıçkırıyordum…

***

22 Nisan gecesi 4000 kişinin işgal ettiği Eskişehir stadı deplasman tribünü başı eğik Trabzonsporlularca terk edilirken, aynı anda İzmir’de bir Trabzonsporlu amca üzüntüsünün tetiklediği kalbine yenik düşüyordu. Tolga Zengin kırık burnuyla maça devam etmek isterken, canımızdan korktuğumuz o tribündeki karmaşada ayağını kıran taraftar muhtemelen geceyi alçıyla tamamlıyordu. 23 Nisan sabahı 6’da vardığım İstanbul’da direkt olarak ofise çalışmaya gitmiş, uykusuz, mutsuz ve yorgun bir halde günü tamamlamaya çalışmıştım. Tam bir ay sonra, yani 23 Mayıs 2011 sabahı ise bu kez, satılık şampiyonluğun para babası sahiplerinin sevinç haberlerini hazırlıyordum. Canım yanıyordu. Geceyi nispeten metin bir şekilde tamamladığım için kendime olan güvenim, o sabah bütünüyle yıkılmıştı. Bu kez gizlemek yoktu. O bilgisayarın başında, patronumun ve iş arkadaşlarımın karşısında, hiç çekinmeden, utanmadan, saklamadan saatlerce ağlamıştım. Babam gibi olabilmiştim işte… Korkmuyordum.

***

Benim için Trabzonspor, babamın gözyaşı, Kazım Koyuncu’nun şarkısı, Mustafa amcanın canı, 23 Mayıs sabahının ıstırabı demekti. Nisan’lardan Mayıs’lara sarkan hıçkırıklar demekti. Maçtan dönerken bir tırın altında yaşamları son bulan şampiyonluk yaşayamamış akranlarımın, asfalt üzerine serilmiş bordo mavi cansız bedenleri demekti. Benim için Trabzonspor, Mustafa amcaya ve Kazım Koyuncu’ya bekledikleri yeni şampiyonlukları yaşatamadan; Serhat’a, Mesut’a, Bünyamin’e hayatlarında bir kez olsun “Şampiyon” narası attıramadan hoşça kal demek zorunda kalmış bir adaletsizlikler zinciri kurbanı demekti. Trabzonspor, babaların ve evlatların gözyaşları, kahırlı gecelerin yorgun sabahlarıydı…

Babamın gözyaşını akıtanları, Kazım’ın şampiyonluk şarkılarını yarım bırakanları, Mustafa amcanın canını alanları ve kardeşlerim hayattayken mutluluklarını çalanları unutmayacağım… Bu gaddarları ve onların kollayıcılarını unutursam, Trabzonspor’umu kaybettim demektir…

Trabzonspor’unu kaybetmişlerden olmamak için…

Unutmayacağım…

Unutmayacaksın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder